Genç adam, bütün uzuvları uyuşacak şekilde yün halının üzerinde uzanıyordu. Çalışma odasındaydı ve dün geceki çalışmasını yarım bırakıp uyuyakalmıştı. Hava ayaz kesmişti. Öyle ki, kapalı olan pencereden sızıp bedenini üşütebilecek türden bir soğuktu bu. 


Saatlerce odasından çıkmamıştı ve yediği tek şey bir parça tavuk etiydi. İştahı yoktu ve yüzü hatırı sayılır ölçüde sararmıştı ama kendisini hâlâ iyi hissediyordu. Kız kardeşi dün konuştukları andan bu yana hiç odasına gelmemişti. Belki de kendisine hala sinirliydi ve kendisine yalan söylenmiş olabileceğini düşünüp iç çatışma yaşıyordu. Aslında bu, onun iyiliği için yaptığı bir şeydi. Şu an neler olabileceğini asla kestiremiyordu. Belki de bunu yapanın kim olduğunu bulmaya çalışıyor, güvenlik kameralarını hiçbir saniyesini atlamadan izleyip duruyorlardı. Polisler, savcılar, adli tıp ekipleri... Hepsi de üzerlerine geçirdikleri ciddi üniformalarıyla belki de uykularından uyandırılıp oraya gelme zorunluluğu içinde bırakılıyordu. Kafasını dağıtmaya çalıştı. 


Adam, uyuşmuş olan bedeninin üst kısmını zorlukla kaldırdığında pencerenin çıplak tarafını büyük bir dikkatle izlemeye başladı. Hava açıktı ve göğün lacivert tabakası açık mavi rengiyle değişmişti. Dışarıda, asfaltın üzerine güçlü bot darbeleriyle vuran insanların aceleyle bir yerlere gitmek istediği anlaşılıyordu. Egzoz dumanına karışan otomobilleri bir hışımla karınca gibi küçülene kadar takip etti. Sonra saniyeler içinde çıplak olan pencerenin tarafını büyük bir gürültüyle örttü. 


Genç adam, oturur pozisyonuna geçtiğinde beynini saran acıyla kasıldı ve elleriyle güçlü bir şekilde derisini sıktı. Ağrısı hafifleyeceğine daha çok artınca bir böceği ezer gibi daha sıkı bastırdı. Parmak uçları alnının kenarlarında iz bırakmıştı. Ağzından cılızca birkaç kez nefes alıp verdi, sırtını dikleştirdi ve alnına bastırmadan bir süre ovdu. İyi uyumamanın bıraktığı hediye olmalıydı bu. Elleri yün halıdan destek alıp ayağa kalktığında sırtını arkaya doğru yatırdı ve birkaç kez ritmik şekilde nefes alıp vermeye başladı. O sırada kapı güçlü bir şekilde açıldığında ona dehşet içinde bakan bir çift gözle karşılaştı: kız kardeşi. 


''Sen,'' genç kız, boğumları bembeyaz olmuş sol eliyle kapının kulpunu sımsıkı kavrarken, yüzüne yerleşen dehşet duygusunu apaçık ortaya sermiş görünüyordu. 

''Sen, bana yalan söyledin. Hem de yüzüme baka baka!'' Genç kız, elini kapının kulpundan çekmiş, sabahlığının ipek kumaşını avuçluyordu. Çenesi titriyordu ve dişlerini hunharca birbirine vurmasının nedeni soğuk değil, korkuydu. Bir katille aynı evde yaşamanın verdiği bir korkuydu. 


''Tahmin etmiştim. Montundaki kan izlerinden anlamalıydım bunu.'' Kız, sanki onu değil kendisini azarlıyordu. Belki de ağabeyinin kendisine bu konuda yalan söylemesini kaldıramamıştı. İçten içe kendisinden nefret ettiğine adım kadar emindi. ''Neden bana söylemedin?'' Kız, odada bir yandan volta atıyor, bir yandan da gözlerine bakmadan söyleniyordu. Adam, soğukkanlılıkla kendisini izliyordu. 

-Nereden duydun? 

-Ne? 


Genç kız, volta atmayı bırakıp yüzüne kınayan gözlerle baktığında istemsizce tebessüm etti. ''Sahiden tek düşündüğün bu mu? Ciddi misin?'' dedi, aynı alaycı gözlerle kendisine bakarken. Genç kız, mor göz altlarıyla ve hayal kırıklığının bir yansıması olduğunu düşündüğü kırışık göz kapaklarıyla kendisine bakarken, sadece bir anlığına kederden deliye döneceğini hissetti. Keşke şu an mum gibi eriyip kaybolsa ve bir daha hiç var olmamayı dileseydi. Belki kardeşinin gözlerine yansıyan o dehşet duygusunu hiç görmeyebilirdi.

 

''Ne diyeceğimi bilemiyorum. Sadece ben...''


Genç kız, adamın sözünü bıçak gibi kestiğinde işaret parmağını havada daire çiziyormuşçasına dolaştırmaya başladı. ''Hayır, sadece merak ediyorum. Benden nasıl gizleyebildin? Seni öldürmek için zaman kollayan bir avuç insan varken odana kapanıp büst mü yapıyordun? Sen, gerçekten aklını kaçırmışsın.''


Hiçbir şey söylemek istemedi. Sadece kızın aklını kaçırmış olabileceğinden korkup bir süre sessizliğin arkasına sığınmak istedi. Fakat genç kızın öfkesi o kadar güçlüydü ki, kendisini saklanmak üzere olduğu yerden çıkarması saniyelerini almıştı. 


''Ağabey, bak. Korkuyorum, anladın mı? Dün geceden beri seni bu durumdan nasıl çıkarabileceğimi düşünüp durdum. Aramadığım bir avukat arkadaşım bile kalmadı. Ama olmuyor, başaramıyorum!'' Genç kız büyük bir hıçkırıkla sarsılarak ağlamaya başladığında, küçük, beyaz elleriyle yüzünü örttü. Bedeni öyle güçlü titriyordu ki, onun gözünde bir serçenin ölümünü izliyormuş gibi hissettirmişti. 


''Hayır, ağlamanı istemiyorum,'' adam elleriyle kızın kolunu güçlükle tutup elini yüzünden çekmesini sağladığında, yüreğinin cayır cayır yandığını hissetti. Gözleri, yaşadığı o buhranlı duygunun akıntısına kapılmıştı. Kıpkırmızıydı ve yüzü sapsarı kesilmişti. 


''Hayır, lütfen ağlama. Cezası ne ise çekeceğim. Tamam mı? Daha fazla uğraşmanı istemiyorum artık,'' derken sesine yansıyan yalvarma duygusu genç kızın bedenini bir kez daha titretmeye yetmişti. 


''Sen ne saçmalıyorsun? Cezanın ne olduğunun farkında değil misin?'' Kız, ağabeyinin kollarından kurtulduğunda elinin tersiyle gözyaşını silerek devam etti, ''İdam cezasından bahsediyorum. Bir burjuva, ağabey. Burjuva.''


Adam, kaşlarını acıyla yukarı kaldırdığında dudaklarının ucuna gelen o zehirli sözcüğü dışarı tükürmek istedi, ''idam cezası''. Güldü. Gözlerini kapattı ve genç kızın kendisine korku ifadesiyle baktığını görmedi. O küçücük zaman diliminde gözleri aralandığında kızın gözleri, yüz ifadesi bulanıklaşmaya ve yer değiştirmeye başladı. Gözleri su altında kalmış gibi bulanık ve pürüzlü bakıyordu. Genç kız, adama endişeyle yaklaştığında kolunu sımsıkı kavradı, ''Ağabey iyi misin?'' Kız, kolunu biraz daha sertçe sıktığında adam gözlerini birkaç kez kırpıştırarak derin bir nefes aldı. ''İyiyim, sorun yok.''


Genç adam, ciğerlerini tıkayan nefesi bir süre içinde tuttu. Kendini umutsuz hissediyordu ama hala o umutsuzluğun dibini görebilmiş değildi. Bu, onu ayakta tuttu. 


''Söz veriyorum, ağabey. Gerekirse hiç uyumam ama seni bu cezadan kurtarırım. İnan bana,'' dedi genç kız adamın elini sıkarken. Kız, umutluydu ama hâlâ içinde ona bağıran gerçekle yüzleşmekten inatla kaçınıyordu. ''İnanıyorum ama bunu yapmanı istemiyorum. Bir adam öldürdüm ve bunun cezasını eninde sonunda çekmek zorundayım. Bu, bir gerçek. ''


''Ama işin aslının o olmadığına eminim. Adamın sana nasıl davrandığını da biliyorum. Lütfen ağabey, sana yardım etmeme izin ver.'' Genç kız, adamın elini daha da sıkarken yalvarma içgüdüsünü bu yolla ortaya koyduğunun farkındaydı. Fakat bundan kaçamazdı. Gerçekten kaçmanın tek yolu, bedel ödemekti ve buna hazırdı.


Genç adam, elini yavaşça kız kardeşinin avuçlarından kurtardığında konuşmadı ve arkasını dönerek çalışma masasına oturdu. Bu, belki de onun tek kaçış yoluydu. Kız, bir süre ağabeyini umutsuzca izlemeye devam ettiğinde derin bir nefes verdi ve odadan çıktı. 


Adam, ellerini güçlükle kaldırıp işine kaldığı yerden devam etmeye çalıştı fakat elleri kendinden bağımsızca titreyip duruyordu ve nefesi kontrolsüzce ciğerlerini yakmaya devam ediyordu. ''İyiyim,'' dedi kendine söylenirken. Derin bir nefes aldı. ''Sorun yok.'' Saçlarını ellerinin arasından geçirdiğinde kili şekillendirmeye devam etti. Parmakları titremesin diye dişlerini birbirine bastırıyordu ve bu, canını yakıyordu. 


Adam, genç kızın salondan yükselen sesini duymamak adına parmaklarının arasında duran kile daha da bastırdı ve sandalyesini iterek bir süre büstü izledi. O, psikolojisini yansıtan ve onu o karamsarlıktan çekip kurtaracak bir büst yapmak isterken, aslında kendi sonunu hazırlayacağını hiç düşünmemişti.


Büstün ağzı dehşet içinde yana doğru açılmıştı ve gözleri, bir celladın boynuna ipini geçirdiği o mahkum gibi patlayacak ölçüde dışarı fırlamıştı. Dehşete kapıldı, bayılmamak için kendini zor tuttu. Bu, oydu. Yaptığı büst kendisinden başkası değildi.