Ağır ağır kırpıştırdı gözlerini. Fark etmeden ısırdığı, ısırılmaktan berelenmiş dudaklarını serbest bıraktı. Günün tam olarak aymasına bir saat ya vardı ya yoktu. Yaşadığı bu köy evinde gün doğumlarını izlemeye bayılırdı. Sabah oldukça erken kalkar, ki bu erken kalkmadan kasıt saatler dört buçuğu gösterirkendir, elini yüzünü yıkayıp saçına çeki düzen verirdi, hemen sonra kahvaltısını yapardı. Yine aynısını yaptı. İçerideki işlerini bitirip verandadaki sandalyesine oturdu, düşündü. Düşündükçe düştü. Kazdığı kuyulara atladı zihninde. Düştükçe ölmeyi diledi. Dilekleri her zaman olduğu gibi gerçekleşmedi. Derince oflayıp yanındaki masaya uzandı, üzerindeki sarma tütünü eline alıp dudaklarına götürdü. Yer yer soyulmuş, yer yer çatlamış dudakları gelen zehri kabul etti büyük bir sevinçle. Usulca aralanan iki renksiz et parçasının arasına sigarayı yerleştirdi, esen havadan dolayı sol elini sigaraya siper etmesi gerekti. Çakmağı masaya fırlatıp başını sandalyesinin arkasına düşürdü. Bugün hava pek bir kasvetliydi, yağmur yağacaktı, belliydi. Sigarasından derince bir nefes çekti, en sevdiği intihar şekliydi.


Zihnindeki biri az gitti uz gitti, dere tepe düz gitti. Bir uçurumun kenarında durdu. Fonda güzel, şiddetli bir rüzgar sesi vardı; bu rüzgar çiçekli elbisesini uçuşturdu. Bileğini acıtan fuları çıkardı. Aksilik bu ya, fuları elinden kaçırdı. Telaşa düşmedi, sakindi. Fular döndü, döndü. Denize düştü. Bu düşüş ona ilham verdi, istese kendisi de süzülerek denize düşer miydi ki? Bir adım attı, ikincisi boşluğa geldi. Bu boşluk da onu telaşa düşürmedi, sakindi. Zaten hep sakindi. Gülerdi, ağlardı, sevinirdi, üzülürdü. Hepsinde de çok sakindi. Şimdi ölüyordu, yine sakindi.


Kafasında birileri ölürken gözlerini araladı usulca. Sepeleyen yağmur bedeninde birkaç damla leke bıraktı, gözleri de yanaklarına.


Hep zihninde birilerini öldürür, birilerini yaşatırdı. Çünkü o kendisini öldüremeyecek kadar korkak, yaşayamayacak kadar ruhundan olmuştu.