-Böyle olmaz.
-Neden olmasın ki?
-Burada kendini satacak hiçbir şey yok. Ne aşktan bahsetmişsin ne de tatlı flörtleşmelerden. İnsanlar buna ilgi göstermez. Yayınlanmak istiyorsan bundan daha iyisini yapmalısın. Mesela şuraya bak: “Ben bir İsa değilim ki insanlığın kurtuluşu için mücadele ederken bakir öleyim.” İnsanların hoşuna gitmez böyle benzetmeler oğlum. Adamlar sanki dinlerine bir eleştiri varmış gibi hisseder.
-Ama bu sadece bir benzetme. Hiçbir dine veya inanışa saygısızlık içermiyor, sadece kutsal kitaplarda geçen bir iddiayı tekrar ediyorum.
-Başkaları ne kastettiğini düşünebilecekler mi zannediyorsun? Zaten düşünebilecek kapasiteleri varsa da uğraşmayacaklar. Tek görecekleri İsa ismi olacak. Koyu Müslümanlar seni hikâyende İsa’yı yüceltmekle, biraz daha kendilerini uygar görüşlü gören yobazlar ise seni başka bir dini yermekle suçlayacak. Ne kastettiğinin bir önemi yok. İnsanlar düşünmeyecek zaten. Ya anlatmak istediğini dümdüz yaz, hiçbir benzetme yapmadan ya da fikirlerini üstü kapalı yazdıktan sonra “Ah bu duygularım, kalemimin mürekkebini duygusuz bir adamın kalbi kadar işlevsiz kılıyor.” tarzı laflar yaz. Böylece insanlar senin kendilerinden daha zeki olduğunu, uğraşsalar da yazdıklarını anlayamayacaklarını düşünüp yazdıklarının üzerinde durmayacaklar. Şanslıysan seni büyük yazar falan da ilan edebilirler. Bir kere adın duyulduktan sonra güzel bir şey de yazmana gerek yok. Kâğıdın üzerine, bir anlam ifade etme ihtimali olan bir şey yaz. Beş yüz sayfa, anlaması güç, bir roman olduğundan bile emin olunamayacak bir şey yaz. Sen öldükten sonra bile yıllarca tartışılır.
Raşit,arkasındaki şişelerin sadık çöpçatanı…Bir barmene göre kaliteli fikirleri olan bir adamdır fakat fikirleri hiç yenilenmez. Bir hikâye gönderirim bir dergiye, onlar da reddeder veya cevap bile vermez. Sonra ben gelip Son Çare Masaj Salonu’nun bitişiğindeki Kurgu Bar’da bira içerken hikâyemi barmene okuturum. O da hep aynı şeyleri söyler. Ben de sabırla dinlerim. Hem iyi dinlersem bir bira bile ısmarlar.
-Sana sevebileceğin biri lazım.
-Ne alakası var bunun yayınlanmakla?
-Tabii ki çok alakası var oğlum. Yazmak duygu işi değil mi? Senin yazdığın duygular öfkeli bir adamın yıkıcı duyguları. Bana kalırsa yazdığın her şeyde haklısın. Masaj salonundan çıkan onlarca aile babasına bira servisi yapan bir adamım ben. İnsanların ne kadar iki yüzlü olabileceğini biliyorum. Haftada üç gün şu Kuş Severler Derneği, Son Çare ve son olarak Kurgu güzergâhını izleyen onlarca adam ramazanda neredeler diye ben de düşünüyorum. Kumar, fuhuş ve alkol üçlüsü sadece ramazanda günahmış gibi davranan iki yüzlüler sayesinde ayakta duruyor bu mahalle. Sen de bu mahallenin borçlu olduğu, ekonomimize katkı sağlayan birisin.
Kendi kendine bir kahkaha atıp en uzaktaki bar sandalyesinde gizlice bira içen hacı sakallı adamın birasını tazelemeye gitti. Raşit döndüğünde elinde bir tane daha bardak vardı. Param olmadığını söyleyince müessesenin ikramı olduğunu belirtti.
-Sevebileceğin biri senin yayınlanmanı sağlar, ben sana söyleyeyim. Bu çirkin yaşayış tarzından dolayı hissettiğin acizlik duygusu kâğıda da yansıyor. Bir süre kâğıtlardan, sana iyi gelmeyen kadınlardan ve benden uzak dur. Bir işe gir. Garsonluk olabilir. Sakın bu mahalledeki bir yere girme ama daha nezih bir yer olsun. Belki sevebileceğin bir kadınla karşılaşırsın. Bira yerine çay iç, arzuların yerine aşkı tercih et.
-Düpedüz bir yalana sarılmamı istiyorsun yani.
-Bilemiyorum. Gerçek aşkın, en çirkin kadını bir afete çevirdiğini duymuştum. Votka misali yani.
-O aşk değil. Sadece içinde biriken arzunun gözünü kör etmesi.
Şaka yaptığımı sanarak güldü. Sohbetine doyum olmuyor fakat kapatıyoruz, dedi ve gitti. Ben de biramı dipledim. Havalar iyice ısınmıştı artık. Dışarı çıktığımda ince gömleğime rağmen üşümedim. Paketten bir sigara çıkardım. Dudaklarımın arasına koyduğumda önümde bir ateş belirdi. Sahibine bakmadan zehrimin kapağını açtım. Teşekkür edecektim sahibine biraz daha geç baksaydım. Dilim dolaştı, aşık olduğum kelimeler yardımıma koşmuyordu. Karşımda mitolojilere yakışır bir kadın duruyordu. Dinî bir inancım olsa beni kandırıp cehenneme sürüklemeye gelen, kılık değiştirmiş bir şeytan olduğunu düşünebilirdim. Saçları, evet saçlarıydı bu düşünceyi aklıma getiren. Alev yalazı gibi kızıl saçları vardı. Üzerinde bu mahalleye değil, bir sahil kasabasına yakışacak bir yaz elbisesi vardı. Elbise çok umursamadan gevşek bir şekilde süt beyazı omuzlarına tutunuyordu.Gözlerine ne demeli... Mavi gözlerinde sevecenlik vardı. Tanrım şahitsin, ne kadınlar gördüm. Genç, yaşlı, neredeyse çocuk sayılabilecekler… Hiçbiri için dua etmedim. Tanrım, lütfen bu kadını koru. Tanımadığı bir adama, tüm görsel sanatları boşa çıkaracak gülüşünü bahşeden bu kadını koru. Günahlarını bana yükle. Ben karardım artık kir göstermem. Hem sol omzumdaki melek yavaşladı son zamanlarda. Haftalardır Son Çare’ye uğramıyorum. Eksilerden sıfıra yaklaşmamın bir anlamı var mı bilmem ama varsa onu koru. Çünkü Raşit haklı, alkoliklerin Mesih'i haklı. Benim de sevebileceğim birine ihtiyacım var.
Birlikte yürümeyi teklif etti ve yürümeye başladık. Gittiğimiz yerin önemi yoktu. Onun için yoktu en azından. Emin adımlarla onu evime yönlendiriyordum. Sohbeti o başlattı:
-Yazılarını çok beğeniyorum. Kabul edilmeyenleri Raşit’e bırakıyormuşsun. O okumam için bazen bana verir. Bu mahallenin ölü doğmuş insanları arasından canlı kelimeler yazabilen biri çıkmasını hiç beklemezdim.
-Teşekkür ederim fakat böyle düşünen tek kişi olabilirsin. Herkes moral bozucu şeyler yazdığımı söylüyor. İnsanları aşağıladığımı söylüyorlar. Belli bir kesime hakaret içeren şeyler yazıyormuşum. Aklıselim herkesin bildiği bir şeyi dile getirdiğim için beni kötü görüyorlar.
-Sen de onlara istediklerini ver o zaman. Düşüncelerini bu kadar kaotik hikâyeler üzerinden anlatmak zorunda değilsin. Namaz kılan karakterler anlatsın hikâyeni mesela. Onlar da senin yaşadığın duyguları yaşamıyor mu? Ev kadınları anlatsın. Onlar da zor zamanlar görmüyor mu? Neden hep alkolikler ve fahişeler olsun ki hikâyelerinde?
-Ben her zaman fahişeler ve alkolikler çevresinde dönen hikâyeler yazmıyorum ki. İş adamları hakkında, aile babaları hakkında da yazdım.
Tebessüm etti bu isimsiz süt beyazı kız. Hava serinlemeye başlamıştı. Bana biraz sokuldu. Kendinden fazla olmasın, ak pakça bir yaz elbisesiydi üzerindeki. Burnuma gelen bahar kokusunun omuzlarının taşıdığı elbisenin üzerindeki açmış çiçekler ve üzerinden akan temiz derelerden geldiğine yemin edebilirdim. Karakterlerimi boyadığımdan, onlara maskeler taktığımdan bahsediyordu. Yazdığım tüm o iş adamları fahişe ruhluymuş, tüm o aile babaları alkolden nasibini almış. Ne kadar maskeler taksam da hikâyelerimdeki karakterler çevremdeki insanlardan bir adım uzaklaşamamış. Bunları anlatıyordu ama ben anlattıklarına kafamı veremiyordum. Sapkın bir adam gibi gözlerimi elbisesine dikmiştim. Elbisenin üzerinden akan dereler, göğüslerinden aşağı inip belinde çiçekleri canlandırıyordu. Bu derelerde yıkansa kiri temizlenir mi ruhumun? Bana lazım olan ilham yoksa bu çiçeklerin kokusunda mı saklı? Alkoliklerin Mesih'i, sen haklısın. Yaşayan her ruhun tanrısı duy bu kulunun sesini! Biliyorum, dua etmeyeli uzun zaman oldu. Yaptıklarımın farkındayım. İki yüzlülük olur senden af dilemek. O yüzden başkası için diliyorum. Tüm insanlar günahkâr doğar, dedi İsa. Bu güzel kız, bırak, bir istisna olsun. Bana sunduğu güzelliklerin günahını da bana yükle. İlk kez kelimeişehadet getiren biri, yeni vaftiz olmuş yaşlı bir adam kadar temiz kalsın ruhu. Sevebilirim bu kadını. Bir araya getirdiğim cümlelerin rengi daha pembe olabilir. Karanlıklar benim de ruhumu daraltmaya başladı.
-Beni getirmek istediğin yere geldik galiba Atakan.
Sesiyle kendime geldim. Masmavi gözleriyle emin bir şekilde gözlerime bakıyor. Bir şey demeden kaldığım motele girdik. O önden yürüyordu, ben arkadan...Yürürken tüm koridoru aydınlatıyordu. Kızıl saçları kendi alevini taşıyordu. Kapımın önünde durdu. Beraber girdik içeri. Fazla söze gerek yoktu. İkimiz de biliyorduk kirleneceğimizi. Yatağın üstüne bıraktı kendini. Sırtının üzerine uzandı. Üzerine kapandığımda dudaklarımız buluştu. O kadar sıcaktı ki teni, canım acıyordu. Gömleğimin önünü açtı, eteği beline toplandı. Yatağımın deseniydi, açmış çiçeklerin üzerinden akan kirli bir nehir... Arzumuz bir kibrit çöpüydü. Onu çakmıştık ve şimdi yavaş yavaş yanıyorduk. Kıpkızıl saçları canlanmıştı, bir alev yalazıydı. Masmavi gözlerinde bir derya vardı. Gözlerimiz her buluştuğunda ruhum biraz daha temizleniyordu. Bu iyice serinleşmiş gecede sıcaklığı beni avutuyordu. Bunlar bir gün gerçek olabilir, diye fısıldadı kulağıma. Gitgide daha da ısınıyordu teni. Kollarımın arasında yavaş yavaş yanıyor olduğunu o zaman fark ettim. Yanan sadece arzularımız değil aynı zamanda bu güzel kızdı. Bu bir seraptı. O an anlamıştım fakat kabul etmiyordum. Hâlâ beni terk etmemesi için kulağına nasıl başarılı olacağımı fısıldıyordum. İnsanlara istediklerini vereceğim, diye nefes nefese tekrarlıyordum. “Bu dünyanın tekeri yamuksa düzeltmek bana mı düştü? Sadece aşktan bahsedeceğim. Benimle kal, gerisi umurumda değil. Savaşlar olsun, köşebaşlarında translar sadık müşterileri tarafından vurulsun umurumda değil. Yeter ki Atakan Savruk’un kitapları satılsın. Her geçen gün tinerden eriyor gencecik gençler gözümün önünde. On beş yaşındaki çocuklar uyuşturucu parası için çarka çıkıyor. Kime ne? Yeter ki Atakan arabasını yenilesin. Sen yanımda kal yeter, dünya yansın. Çünkü sen benimle olduktan sonra ne yazsam hak veren birini bulurum. Bir kitap yazarım mesajlaşmalarla dolu. Satılır. Bir roman yazarım kimse ne anlattığını anlamaz. Satılır. Yeter ki seninle olmama izin ver. Seni elde etmek için her şeyi yaparım.” Varmak üzereydim o noktaya fakat iyice külleşmişti her şeyi mümkün kılabilecek bu güzel kız. Ritmim bozuldu ve tüm bu serap dağıldı. Bu güzel kızın külleri yatağımdan uçuşurken bir fısıltı duydum.
-Her başarısızlıkta aynı yalan… Her seferinde…
İyice soğumuş odamda yapayalnız kaldım. Bir süre daha yüzüstü yatıp ne yazabileceğimi düşündüm. Kalktım ve camı kapatıp emektar bilgisayarımın başına oturdum. Son Çare Masaj Salonu'nda çalışan bir kadının hikâyesini yazmaya başladım. Hikâye güzel gidiyordu fakat tüm cümlelerim hâlâ çok karanlıktı.
İrem
2020-04-30T02:21:43+03:00Çok güzel yazmışsın aynı zamanda Raşit'i de sevdim. Yazılarının devamını heyecanla bekliyorum!
Ekin Bektaş
2020-04-26T10:43:02+03:00Herkes karanlıkta göremez o yüzden herkes karanlığı anlatamaz. Aydınlıkta lazımdır karanlığı tarif edebilmek için, kötülükte lazımdır iyiliği anlamak için.