Bazen sadece bir şeyler yazmış olmak için yazıyor insan. Belki bu bir terapi yöntemidir, meditasyon belki? Ya da şarj olma çeşidi.


Ben meselâ ne yazacağımı bilmeden başlıyorum bazen yazıya. Kahve içerken, yürüyorken ya da plak dinlerken birden aklıma bir cümle geliyor ve evet diyorum işte bu, bu havaya karışmamalı. Yani boşa giden birçok kelime var zaten rutinimizde. O yüzden hemen başlıyorum yazı yazmaya. Telefonumun mesajlar kısmı not defterim. Bazen saçma, kimi zaman mantıklı ve çoğu zaman da kurgu şiirlerimi, hikayelerimi ortalığa döküyorum. Birileri okuyor beğeniyor, birileri de ne yazmış bu diyerek inceliyor. Kimisi beğenmiyor, komik buluyor. Aslında ikisi de çok güzel, değil mi? Demek ki bu hayatta bir izim var; var ki birilerinin ilgisini çekiyor yazılarım. İyi ya da kötü eleştiriliyor, okunuyor. Tabii beğenilmesi de işin güzel kısmı ve motivasyon kaynağı oluyor sanırım.


Bu dönemde belki de yazı yazmaya başlamakla doğru orantılı olabilir, kendimle ilgili çok şey keşfettim. Benim adıma şunu diyebilirim ki; krizi fırsata çevirdim. Mesela sigarayı bıraktım, kitap okumaya bir hayli ara vermiştim, dört elle yine sarıldım. Sevdiğim şairi keşfettim. Evde A.'ya şarkı söyledim arada. Sesimin fena olmadığına karar verdik. Meğer şarkı söylemek ne kadar keyif veriyormuş, fark ettim. Yazı yazmanın iyi geldiğini öğrendim. Yaptığım şeyin aslında belleğimde dönen binlerce cümle öbeğini ortalığa saçmak olduğunu anladım. Sonra özür dilemenin bir erdem olduğunu ve bir otuz sene daha yaşayıp yaşamayacağım belli olmadığı için, hayatın ne denli kıymetli olduğunu öğrendim. Kayıp verdim, insanları tanıdım. Evde durmanın aslında fena bir şey olmadığını fark ettim. Sonra plaklarımı dinledim demli bir çay eşliğinde, bir enstrümanım var onu çalmaya çalıştım evde gürültü yapmak pahasına. Yürüyüş yaptım, turuncu kulaklığım sayesinde ve güzel müzikler eşliğinde hızlı adımlarla yürüdüm. A. ile isim-şehir oynadık meselâ, bir kâğıt bir kalem yetiyordu eğlenmemize. Mutfakta isteyince ne kadar maharetli olduğumu ve yıllarca kendime boşuna haksızlık ettiğimi keşfettim. Bir de bol bol köpüksüz sayılacak Türk kahvesi içtim. Ben pek köpüklü yapmayı beceremiyorum da...

Aslında bunları fark ettim işte. Sadece insandan ibaret olduğumu, bazı çabaların ne denli gereksiz olduğunu ve hayatın herkes için farklı renklerde olduğunu anladım. Benim gördüğüm ya da yaşadığım hayat ile karşımdakinin gördüğü ve sürdürdüğü aynı değildi. Bunu yeni mi fark ettin dersiniz belki. Evet, çok yeni. Aslında bu kadar basitmiş dedim. Birilerinin rengini değiştirmek yerine ya da ona uymaya çalışmak yerine olduğu gibi kalsın dedim. Annemin çok kullandığı bir laf vardır; "Bırak dağınık kalsın." der. Evet şu an tam olarak bırak dağınık kalsın evresindeyim. Bu bir boş vermişlik değil aksine farkındalık. Mükemmel olunamayacağını, tıpkı kedim gibi canım o an ne yapmak istiyorsa onu yapmam gerektiğini ya da tam tersi yapmamam gerektiğini öğrendim. Evet bir kedi öğrenmeye açık olduktan sonra pek tabii insana birçok şey öğretebilirdi. İnsanlara yardımcı olmanın insana ne denli şifa sağladığını keşfettim.

Bu hayatta hepimizin, herkesin bir misyonu olduğunu anladım. Bazı insanların misyonunun nasıl olmamamız gerektiği ile ilgili olduğunu meselâ. Örnek değil de ibret alınacak çok şey olduğunu çıkarttım kendi adıma.


Ve kendi mutlu sonumu yazdım. Masallardaki gibi değil, gayet yalın bir şekilde hayatta her şeyin mümkün olduğunu öğrettim kendime.