Sevgilim,


Sana öyle hasretim ki... Ellerim titriyor: Biraz aşktan biraz yalnızlıktan biraz da yazmayı unuttuğumdan. Kaç yıl olmuş elime kalem almayalı.. O büyük yemini ettiğimden beri kaç iklim değişmiş, kaç hükümet devrilmiş, kaç zelzele olmuş olabilir ülkemde... Tam tamına 12 yıl 3 ay 5 gün oldu. Yazmayı bıraktığım günü bu kadar net hatırlıyor olmana şaşırmayacağını düşünüyorum. Çünkü sessizce ayrıldığımız o günden sonra hiç yazmadım, yemin etmiştim. Aslında biz ayrılmadık, daha doğrusu hiç ayrılık konuşması olmadı aramızda. Sadece bir zamanlar meşhur olan Duman grubunun bir şarkısında dediği gibi oldu: '' Bekle dedi gitti, ben beklemedim, o da gelmedi'' Aslında ben bekledim. Yanılıyor şarkılar, şiirler ve herkes durmadan rahatlıkla yalan söylüyor. Sessizce gitmiştin bizden ve ben gitme diyememiştim. Kabahatli olduğumu biliyordum çünkü... Özür dileyebilir, ayaklarına kapanabilirdim ama ben gene seni delicesine kıskanacaktım ve kanatacaktım seni. Olsun. Pişman değilim. Seninle geçirdiğim hiç bir andan pişman değilim ve asla da olmayacağım. Yıllar nasıl da usulca aktı. Yalan! Gene büyük bir yalan. Senin hikayeni yazdıklarından çıkarmaya çalıştım. Büyük acı ve hüzün vardı bazı kelimelerinin arkasında. Ama sen her daim güçlü bir kadındın ve neşe saçıyordun. İlk gördüğüm an anlamıştım. Sana delicesine aşık olacaktım, oldum da, çok mutlu zamanlar geçirecektik, geçirdik de, yanacaktık ki yandık da...


Eskileri deşerek yaralarını kanatmak niyetinde değilim. Merak ediyorsundur yıllar sonra bu mektubu ellerin titreyerek neden okumak zorunda kaldığını... Az evvel uçakta okumak için gazete isteyince şöyle bir haber okudum özetle:''Nobel edebiyat ödülüne aday gösterilen Yeşim Sundurlu, bir sonraki kabinede Bakanlık koltuğuna oturması beklenen politikacı Mehmet Yener Coşkun ile İtalya' da sürpriz bir nikahla evlendi. Yeşim Hanım yaptığı açıklamada, evlilik teklifi ve evliliğin çok hızlı geliştiğini ama hayatında hiç olmadığı kadar mutlu olduğunu belirtti, ayrıca yeni kitabıyla ilgili sorularımızı her zamanki gibi geçiştirdi'' Gazete elimde sarsılırken, güzel hostesten bir kaç kağıt ve kalem istedim. Böyle oldu işte yıllar sonra sana hitap etme şerefine erişmem. Şu satırları yazarken geçmiş, şimdi ve gelecek nasıl da yumak oldu, nasıl düğümlendi anlatamam. Ama geçmişin anıları baskın çıkıyor ve aklıma ilk konuşmalarımız, seni öptüğüm o ilk an, ilk dokunuş, ilk sevişmemiz ve bütün ilkler, ortalar, sonralar, sonlar geliyor. Mektuba kelimeleri işlemeye başlamadan evvel yarım saat boş kağıda baktım kaldım. Bu sırada bulutları deldik, uçak bir iki kez türbülansa girdi ve yanımdaki yakışıklı delikanlı neredeyse uyanacak gibi oldu.


Üzgün müyüm, tabii ki üzgünüm. Özledim mi, tabii ki deli gibi özledim. Ama niyetimi lütfen yanlış anlama, zaten bunca yıl sonra kafanı karıştırabileceğimi düşünmedim ki demek istediğim böyle bir niyetim de yok. O ilk zamanlardaki gibi yazamıyorum, parmaklarım paslanmış, ruhum çürümüş ve dimağım ışıltısını kaybetmiş farkındayım. Ama yazmama yardımcı olan göğsümde sönmeyen bir aşk var. Senin olmadığın soğuk ve ıslak gecelerde bu aşkın ateşini dışarı vurarak ısınmaya çalıştım. Senin çektiklerini az çok basından takip ettim. Sana anlatmak istediğim nedir, neden bu mektubu yazma ihtiyacı hissettim gerçekten bilmiyorum ve çok da sorgulamak istemiyorum. Sadece yazmak istiyorum. Kelimelere dokunuşumda sihirli bir sır olduğunu söylemiştin bir vakit. Belli edemesem de öyle mutlu olmuştum ki.. Sen benim herhangi bir yazımla ilgili yaptığın en ufak bir yorum beni öyle mutlu ediyordu ki, bunu bilseydin, yani içimde nasıl mutluluk fırtınaları koptuğunu görebilseydin, nokta dahi olsa yorum yazardın, mühim değil artık. On iki kocaman yıl geçmiş. Bir kere bile temas kurmamış olmamız sana da garip gelmiyor mu, bana geliyor da... Birbirimize hayatımızın aşkı dedikten ve bunu yüreğimizin en derinlerinde bile hissettikten sonra.. Fakat yaşım ilerledi, tecrübelerim ve okuduklarım, izlediklerim arttı. Az da olsa şimdi görebiliyorum. Biz o ayrılık acısına katlanamayacağımız için, ölürüz diye, hiç ayrılmadık. Birleşmedik de ama hiç ayrılmadık da... Ben hep senin deli adamın oldum sen de benim hep küçük ve güzel kadınım. Öyle de kalacaksın. Bu süre zarfında canımı acıtan bir hadise yaşandı. İzmir'deki büyük kitap fuarında olacağını duyunca Mavi Ada(m) (Bay Kuş ve Aşk Yeşildir, Aşk Mavidir ve Aşk Siyahtır kitaplarını ve diğer tüm kitaplarını defalarca okudum, ama en çok bu yazdıklarımı, içinde benden esintiler var diye belki de) kitabımı alıp sıraya girmiştim. Sıra bana geldiğinde neredeyse bayılacaktım. Ama sen yanındaki asistanınla o kadar hararetli bir konuşma içerisindeydin ki bana çok az bir süre bakıp, kitabımı imzalayıp elime uzattın. Uzattıktan sonra asistanın sana tabletten bir şey gösterince gülümsedin. Hafızamda o gülümseme ile uzaklaşırken arkamdan beyfendi diye seslendiğini işitmiştim. Ama dönememiştim neden bilmiyorum, kırılmıştım belki de... Üzülme, beni tanımayışına kızmıyorum, kızamıyorum çünkü o dönem büyük bir çöküntü içerisindeydim; üç yıl evvel trafik kazasında babamı, annemi ve ablamı yitirmiştim. Zaten bozuk olan psikolojim iyice dibe vurmuştu ve eşimle de büyük tartışmalar sonucu ayrılmıştık. Hayatta sadece tutunabileceğim oğlum kalmıştı. Geriye doğru dönüp baktığımda beni tanımaman için elimden geleni ben yapmış da olabilirim, diye düşünüyorum. Çok zayıflamıştım, hafif kamburlaşmıştım ve başımda kasket vardı. (hiç bir zaman yakışmadı, attım) Sonra oğlum için toparlamaya karar verdim. Oturduğum muhiti değiştirdim, üniversiteden gelen hocalık teklifini kabul ettim. Gençlere Türk Dili ve Edebiyatı dersi vermeye başladım. Maaşı pek iyi sayılmazdı ama geçinmeme yetiyordu. Okulda derslere girdikçe ve edebiyatla haşır neşir oldukça kendime güvenim tekrar geldi, spora başladım. Gençlerin de bana olan hal ve hareketleri değişti. O hımbıl hoca gitmiş okula deri montla gelen, sert bakışlar atan hazır cevap hoca gelmişti. Öğenci kitlesi yenilenince eski hımbıl adam unutuldu gitti. Daha sonra kadro açıldı, kadroya geçtim ve okulun demirbaşları arasına girdim.


Konuyu uzatmayayım. Şuan uçaktayım, İtalya'ya doğru uçuyoruz yanımdaki yakışıklı genç ile, oğlumla. Eşşeğin oğlu bir yakışıklı oldu sana anlatamam. Geçen ay Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro bölmünü kazandığı haberini aldık. Ödül olarak (kime ödül) İtalya seyahati ayarladım. Ben oğlumla İtalya' ya giderken gazetede senin İtalya' da evlendiğin haberini okuyunca nasıl allak bullak olduğumu anlamışsındır. İşte bu yüzden sana bu mektubu yazma cüretini gösterdim. Lütfen bağışla! Sadece bunun için değil. Sana ilk andan son ana kadar yaşattığım her şey için bağışla beni! Ben sana zaten hiç bir zaman kavuşamayacağımı anlamıştım. Seni o kırmızı arabada ilk defa öptüğüm an bile... Çünkü sen ve senin hayal ettirdiğin hayat benim için ziyadesiyle güzeldi ve bir o kadar da imkansızdı. Bu mektubu şimdilik burada bitirmek istiyorum. Daha sonra yazar mıyım, sen bana yazar mısın, bilmiyorum. Sen evlenmiş bile olsan biz ayrılmadık. Çünkü bir şubatı iki şubata bağlayan o kış gecesi senin ruhuna kendi ruhumdan öyle bir maya çaldım ki ve o mayanın tutmuş olduğuna o kadar eminim ki...

Gerisi biraz göz yaşı,

biraz mavi ve biraz yeşil...