Göçmenlik... Hem bir bireyin içsel yolculuğu, hem de toplumsal yapıları derinden etkileyen bir olgu. Bunu düşündüğümde, aslında hepimizin yaşamında bir yerde "göç" var mı diye soruyorum. Hangi birimiz, başka bir yerin hayalini kurmadık, ya da oraya ulaşabilmek için mücadele etmedik? Edebiyat ve sinema, tam da bu noktada, göçmenlerin yaşadığı zorlukları, umudu ve hayal kırıklıklarını yansıtarak bizi o yolculuklara katılmaya davet eder. Ernest Hemingway’in Ya Hep Ya Hiç adlı romanı ve Elia Kazan’ın Amerika Amerika filmi, işte tam burada, göçmenlik teması üzerinden bir soruyu yankılar: "Bir insan, nereye ait olabilir ve neyi kendine ait kabul edebilir?"
Hemingway, sade ama derin bir üslupla, Küba’daki göçmenlerin ekonomik zorluklarını ve içsel çatışmalarını bize sunar. Ya Hep Ya Hiç’te, göçmenlerin Amerika’ya ulaşma hayali, sadece coğrafi bir hedef değil, aynı zamanda derin bir dönüşümün, bir arayışın ve büyük bir buhran döneminin de simgesidir. Hemingway, bu karakterlerin, ekonomik ve toplumsal anlamda nasıl bir çözüm bulmaya çalıştığını, yaşadıkları içsel bunalımlarla nasıl başa çıkmaya çalıştıklarını işleyerek bizlere çok evrensel bir soru sorar: "Yeni bir başlangıç gerçekten mümkün mü?" Bu soru, o dönemde de vardı, bugün de var. Göçmenlerin yaşadığı çatışmalar, yalnızca onların hikayesi değil, dünyadaki her bireyin, kendi kimliğini bulma çabasıdır.
Kazan’ın Amerika Amerika filmi de benzer bir yolculuğu anlatırken, bu sefer Batı’ya yapılan bir göçün drama haline dönüşmesini izleriz. Kazan, Doğu’dan Batı’ya doğru yapılan bu yolculukta, kültürel farklılıkların, toplumsal değerlerin, özgürlük arayışının bireyleri nasıl dönüştürdüğünü sorgular. Ama burada bir fark var: Kazan, Batı’yı sadece bir "umut" olarak göstermez. O, Batı'nın sunduğu fırsatlar ve yeni bir hayat arayışı ile Doğu’nun geleneksel yapıları arasında bir çatışma yaratırken, izleyiciye, bu iki dünyanın birbirini nasıl şekillendirdiğini gösterir. Her ne kadar Batı’ya olan hayranlık ve fırsatlar öne çıksa da, Kazan, Doğu’yu basitçe kötülemeden, oradaki insanların yaşadığı toplumsal baskılarla, geleneklerle nasıl bir mücadele verdiklerini de vurgular. Kazan, Doğu’yu dışlamak ya da küçümsemek yerine, bir insanın içsel mücadelesini anlamaya çalışır. Bununla birlikte, Batı’ya giden bu göçmenlerin kültürel mirasa ve geçmişlerine duydukları saygıyı kaybetmeden, yeni bir dünyada kendilerini bulmalarının zorluğunu da yansıtır.
İki eserde de göçmenlik, hem içsel bir dönüşüm hem de toplumsal bir sorgulama olarak karşımıza çıkar. Ancak her iki yazarın bakış açılarında önemli bir fark vardır. Hemingway, göçmenlerin ekonomik ve toplumsal zorluklarını daha evrensel bir şekilde işlerken, Kazan, şarkiyatçı bakış açısıyla Doğu’dan Batı’ya doğru yapılan yolculukları, kültürel çatışmalar üzerinden anlatır. Ancak Kazan, burada bir yargılamadan ziyade, iki dünyanın bireyler üzerindeki etkisini gösterir. Batı’ya giden bir birey, yeni bir yaşam kurma yolunda karşılaştığı zorluklarla, aynı zamanda geçmişine, kültürüne de bir mesafe koymak zorunda kalır. Ama bu, o kültürün değerlerinin reddedilmesi değil, bireyin içinde bulunduğu durumu sorgulama ve ona yeniden anlam katma sürecidir.
Bugün, Ya Hep Ya Hiç ve Amerika Amerika’nın göçmenlik temalarına olan yansıması hala geçerliliğini koruyor. Göçmenler, hâlâ ekonomik zorluklarla, kültürel uyum sorunlarıyla ve içsel çatışmalarla mücadele ediyorlar. Hem Hemingway’in romanı hem de Kazan’ın filmi, geçmişte yaşanan bu toplumsal dramaların günümüzle paralellik gösterdiğini bizlere hatırlatır. Zaman değişmiş olabilir, ama hala göçmenler, kendilerini bulma yolunda birçok engelle karşılaşıyorlar. Göçmenlik, bir coğrafi hareketlilik değil, kültürel, ekonomik ve duygusal bir süreçtir. Bu süreçte, birey yalnızca fiziksel değil, içsel bir yolculuğa çıkar.
Sonuç olarak, Ya Hep Ya Hiç ve Amerika Amerika hem göçmenlerin yaşadığı içsel ve toplumsal çatışmaları hem de bu çatışmaların, bireyin kimlik arayışını nasıl şekillendirdiğini derinlemesine işler. Her iki eser, aynı soruyu günümüze taşır: "Bir insan, ait olduğu toplumdan ne zaman ayrılır ve nereye ait olabilir?" Hem geçmişin hem de bugünün toplumlarına dair söyledikleriyle, bu eserler göçmenlik temasını sadece tarihsel bir olay olarak değil, evrensel bir mücadele olarak ele alır.
Dipnot: Eğer Elia Kazan’ı daha yakından tanımak isterseniz, Zülfü Livaneli'nin "Elia ile Yolculuk" adlı kitabına göz atmanızı öneririm. Livaneli, Kazan’la olan yakın dostluğuna dayanan anılarını ve Kazan’ın hayatına dair düşündürücü detayları bu kitapta samimi bir şekilde paylaşıyor. Kazan’a dair daha derin bir anlayış kazanmak isterseniz, bu eser gerçekten çok değerli bir kaynak olacaktır.