Düşünsel algılanımlarımızın temelinde bulunan kültür ve tarihsel hafıza modernleşen evrende bir canavar hükmü kazanmaktadır. Neden mi? Çünkü bireyselleşmenin sunmuş olduğu kimlik bunalımı hem kişiyi hem de toplumu olumsuz yörüngelere itmektedir. Nasıl mı? Bireyi narsizm çukuruna yoğun bir şekilde çekmektedir. Günümüzün sosyal ağları üzerinden bu konuya eğilecek olduğumuzda; birey kendi oluşsallığını, öteki ya da başkası üzerinden onaylama veya beğeni bağlamında tanımlamaktadır. Bu açıdan birey eğer onaylanmıyor ya da beğenilmiyorsa kendi çeperini değiştirmekte ve öznesini kendi yıkmaktadır. Bu hem birey hem de toplumsal açıdan çözülmelere neden olmaktadır. Bunun en güzel örnekleriniyse Doğu Türkistan ve Hindistan'da gözlemlemekteyiz. Bireylerin kendi kültür ve tarihsel hafızaları, sırf toplumun ötekileri tarafından onay alamadıkları için hem ruhsal hem de fiziksel bir hapishane uygulamasına tabi tutulmaktadırlar. Hatta bu tutumlar devlet politikası haline gelmektedir. Bu politikalar sayesinde dışlanma ve ötekileştirme eylemlerine kapı aralayarak iç savaş oluşturabilecek bir düzeye yavaş yavaş kapı aralamaktadır. Bu bakımdan insanlık tanımları toplumların içinde yeni bir sentaks alanına evrilmiş durumdadır. Ve hatta yeni bir tanım itibarıyla kimlikleri elinden alınan insanlara şiddet ve daha bir sürü olgular üzerinden baskı kurulmaktadır. Yaşama hakları elinden alınacak derecede ciddi sorunlar doğurmaktadır. Peki sorunlara nasıl çözüm bulunacaktır? Üç maymunu oynayarak mı yoksa tüm gerçekleri göz önüne alarak yeni bir anlayış ve sifer kurarak mı başlanılması gerek? Ve soru şu: İnsan, "ne"liğini kendine mi borçludur yoksa topluma mı?