Henüz on sekiz yaşındayım ve sayamayacağım kadar çok insanla tanıştım ve nasıl oluyorsa tanıştığım her insanın hayatımda sonsuza kadar kalacağını sandım.


Hala öyle sanmam da oldukça ironik aslında. Aklıma getirip "Neden büyütüyorsun, muhtemelen bir iki yıla hayatında olmayacaklar," dediğim ve kendi aklımı başıma getirdiğim zamanlar hariç tabii. Belki öyle sandığımdan değil sadece öyle olmasını isteğimden böyle düşünüyorumdur ki oldukça mantıklı. O an dünyanın en mutlu insanı gibi hissediyor veya doyasıya gülüyorsam, acımı paylaştığımda rahatlıyor veya sohbetinden zevk dışında bilgi alıyorsam o insan gitmesin istiyorum.


Şu ana kadar tanıştığım bazı insanların hayatımda bir dönüm noktası olduğunu ve bana çok şey kattıklarını düşündüm. Ardından geçen her yıl da bunun ne kadar saçma ve çocukça olduğunu fark ettim. Belki de şu an oluşan "Hala çocukça mı acaba?" düşüncelerim bu yüzdendir. Çünkü evet. Evet, biriyle tanıştım.


Bu yazıyı yazıyor oluşumun bir parçası kendisi. Ancak ne adından ne de kim olduğunu tam anlamıyla belli edecek bir özelliğinden bahsetmeyeceğim. Onun kişiliği, düşünceleri ve yazdıkları bana kimseyi anımsatmıyor. Onun yanında ilk andan beri hissettiklerim hiçbir duyguya benzemiyor. Ne olduğunu anlayamadığım bir huzur yahut aynı ölçüde rahatsızlık ve yetersiz hissettme... Kendime bunun ne olduğunu defalarca sordum. Bu sevgi mi? Hayır. Nefret mi? Asla. Aşk desen yeri değil. Neydi bu peki? Sıradan bir arkadaşlık mı? Yaş orantısında gelişen bağlanma duygum mu? Aslında sorum: bunu bilmeme gerek var mı?


O, bana düşünmeyi öğretti. Sorgulamayı ve varoluşumun sebeplerini öğretti. Daha doğrusu, bulmam gerektiğini. Ona kendimi bulamadığımı, kendimi tanımadığımı söyledim. O ise içten içe bunu henüz aramadığımı biliyordu. Kendinden emin soruları ve gözlemleyişi hayatıma ait olan sırlarımı açığa çıkarttı. O an dünyada en rahatsız hissettiğim andı. Kaçmak ya da ağlamak istiyordum. İstesem yapabilirdim ama korkmaya başladığım nokta bunu onun yanında yapmak isteyişimdi. Ancak o farkında bile değildi. Buna emindim çünkü anlıyordum. Sözlerinden, bakışlarından ve belki bazı hareketlerinden de. Yine de hiçbir şeyi bilemeyeceğimiz gibi -ki bilmek, doğru bilmek nedir ondan bile emin değiliz- belki de çok farklı düşünüyordu.


On sekiz yaşıma kadar üç kere aldatılma yaşayan biri olarak aldatmanın korkunç bir şey olduğunu düşünüyordum. Hatta biri ile çıkıyorken başkasını düşünmenin aptalca olduğunu... Aldatma konusunda bana katılsa da başkasına aşık olmanın insan doğasında var olan, oldukça normal bir duygu olduğunu söyledi. Aşka inanmıyor olsa da kendini kandırma olarak görse de böyle düşünüyor olması garipti. Aşık olmak istiyor muydu? Kendince hayır. Kendini kandırmak istemiyordu. En azından öyle diyordu yani. Bir kere aşık oldum, acı çektim, fazlasına gerek yok, diyordu. Zorlamıyordum. Güzel olabileceğine ikna etmeye çalışmıyordum çünkü hiç yaşamamıştım. Ben de bilmiyordum. Belki de iğrenç bir şeydi. Elbette sevdim hatta çok sevdim. Bağlandım, takıntı oluşturdum ama aşık olmadım. Biliyordum. Aşık olsam anlardım.