Biri vardı. Ne zaman tanıştığımı hatırlamadığım hem en yakın dostum,  hem de en büyük düşmanım. O kadar uzaktık ki birbirimize yıllar içerisinde en büyük rakibim de en sevgili dostum da o oldu. Bazen yaptığım işi beğenmez laflarıyla yerer,  bazen yaptıklarımla övünür gururlanırdı. Sanki doğduğum günden bugüne benimleydi. Büyük bir sorunu vardı bu ''birisinin'' bir şeyleri değiştirecek gücü kendisine bir türlü bulamıyordu. Hayır, hayır kendisini kandırmıyordu bir şeyleri değiştirmesi gerektiğinin, bir yerden başlaması gerektiğinin farkındaydı ama yarınlara sığınarak kendini avutuyordu. Her günün bir farklı olacağını düşünerek geçirdiği kaçıncı yıldı bu bilinmez, daha kötüsü bu adam bunların da farkındaydı, her yatağa gittiğinde, her yarın dediğinde kendisini kandırdığını gayet iyi biliyordu. İşte bu yüzden de diğer insanlar gibi bir kere değil hayatını taksitlendirdiği her gece ölüyordu. Eyleme geçmenin sırası gelmişti eylem, eylem olduktan sonra ne yönde olduğu fark eder miydi? Zaten ölü bir adamın bedenen aramızdan ayrılmasına da kimse bir şey demezdi herhalde. O gün kafasına koydu, son kez ölecekti. Sanki eyleme geçmediği günlerden intikam alırcasına çıktı tabureye bir çelenk misali boynuna geçirdi sicimi ve o birbirinin tıpatıp aynısı yarınları terk etti.