Sonbaharda , kapanmak üzere olan bir çiçekçinin kapısında görmüştüm onu ilk. Normalde beceremem bu işleri fakat o gün, icerimde öyle bir tuhaflık vardı ki .. Bir yandan alkolün mayhosluğu diğer yandan çiçeğin güzelliği. Onu gördüğümde önce kapının önünde uzun uzun seyretmiş, sonra içeriye dalıp avuçlarımda gezindirmiştim. Yemyeşildiler. Tazeliğin ve sıcaklığın tüm saflığını avuçlarımda hissetmiştim. Fiyatı felan umurumda değildi, cicekcinin avucuna birkaç yüzlük bırakıp almıştım onu. Hemen evime götürüp, en güzel yere yerleştirmiştim. Yolda ikimiz de bir hayli ıslanmıştık tabi , bende hoyratça duran yağmur taneleri onda öyle güzel durmuştu ki , kimseler görmesin istemiştim güzelliğini. 

Günler geçiyordu, onunla her gün birlikte kahvaltımızı ediyor , güneşte yıkanıyor ve düşlerimizi paylaşıyorduk. Her mutlu olduğunda yapraklarını yırtınasıya sallıyordu. Nasıl kıskanıyordum bu salınışları nasıl... 

Büyüyordu günden güne, hem icerimde hem içerisinde. Evi sahiplenmiş açılmayan pencereleri , kararmış duvarları ve darmadağınık yazı masasını kendisinin bellemişti. Bunu bir başkası yapsa kızar, veryansın ederdim ama o yaptığında payıma düşen yalnızca gülümsemek olmuştu.

Birlikte yazılar yazıyor, yazdıklarımı ona okuyordum. O da yarı şaka yarı ciddiyetsiz bir karışımla salınıyor, çok ağır, çok sert, çok acılı yahut çok komik diye yanıtlıyor , yorumlarının saçmalığını bile bile istemsizce mutlu oluyordum. 

Aylarımız böyle birlikte yazarak geçti, o zamanla büyüdü, yaprakları çoğaldıkça çoğaldı, güzelliği iyice kıskanılası oldu. Sayesinde eşi dostu eve cağıramaz oldum. Nazar değer de güzelliği bozulur diye. 

Bozulmadı ama , hatta hayatı boyunca hiçbir göz değemedi ona benimkinden başka.

Biz bir yılı henüz yeni tamamlamışken, başka bir şehirden iş teklifi almıştım , kısa süreliğine. Yalnızca birkac ay ayrı kalacaktık. Aslına bakarsanız ondan ayrı kalamazdım , kalmamalıydım da. Lakin parasızdım. Aylarımı, bir saksının başında hülyalara dalarak geçirmiştim. Onu yaşatmak ve yazmaya devam etmek için paraya ihtiyacım vardı. Teklifi kabul edip gittim. Onu da valide hanıma bıraktım. Valide çok severdi çiçekleri, etrafında onlarcası vardı fakat benimkini ilk gördüğünde onun bile hayretler içerisinde, güzelliğine tutularak , uzun süre Onu seyrettiğini hatırlıyorum. Valide Hanım'a anlatmıştım. Onun benim için ne demek olduğunu. Her yaprağının, her salınışının ne anlama geldiğini. Karşılığında istediğim yalnızca soldurmamasıydı.

Gittim. Bir kaç ay çalışıp, döndüm. Onu bir gece sokağı seyrederken yakaladım, yapraklarının uçları sararmış, toprağı kirlenmişti. Hala ilk gün gibi güzeldi fakat sıcak degildi. İçerisinde biriken kırılganlıkları toplamam uzun zaman aldı.

Fakat başardım. Eskiye döndürdüm onu, ilk gün nasıl salınıyorsa öyle salındı. Yaprakları güçlendi, kahverengileri kayboldu ve toprağını bahar kokuları sardı.

Eski sohbetleri, onun yazdıklarımı ciddiye alamayışlarını, yırtınırcasına salınışlarını öyle özlemiştim ki. Oysa biliyordum, ne sanattan ne de düşlerden anladığını çünkü o bizzat sanatın kendisiydi. Gücünün ve güzelliğinin farkındaydı, gerisi ilgilendirmiyordu onu. Hak vermiştim , ben usta bir ressamdım gözünde o ise dünyanın en güzel çiceği. 

Aylar ayları kovaladı, eski düzenimiz yerini aldı. Sohbetlerimiz, güneşlenişlerimiz, sulanışlarımız bir bir devam etti. 

Bu süre zarfında para da suyunu çekti. Yazdıklarım da beş para etmedi. Yine ellerim birbirine dolanmış, başım zeminde , kapıda buldum kendimi. Bu kez son gibi bakmıştı giderken , bir daha yemem aynı numarayı. 

Çalışırken valide hanımı durmaksızın arıyor, halini soruyordum, ona kalsa hala güzel ve sıcaktı oysa ben malımı bilmez miyim , eriyordu , günden güne, her güneş battığında bir yaprak daha döküyordu. Fakat bir ben görebilirdim onları , çünkü yitirdikleri, yitirdiklerimdi.  

Birkaç ayın ardından döndüm.

Bir gece yarısı , pencerenin köşesinde sokağı seyrederken buldum onu. İhtişamını yitirmiş, ölüm kokusuna bürünmüştü. Ellerime aldığımda , bana yeşil yeşil bakmaya çalışmıştı fakat ne mümkündü, bu yıkımın altından kalkabilmek. 

Sararmış yapraklarını okşamaya yelteniyordum fakat her yeltendiğimde avuçlarımda tuz buz oluyorlardı. 

Damarları git gide siyaha çalıyor, gecenin tüm karanlığını içinde topluyordu sanki.

Onu hemen alıp , eve götürdüm. Eski köşesine koyup , şiirler okudum. Toprağını tazeledim. Saatlerce yapraklarını okşadım.

Ben eve geldiğimde saat dörttü. Birlikte güneşin doğuşunu seyreylerken, ellerimde çıldırırcasına can verirken ise sekiz. 

Hava aydınlanır , etraf mavilerle çalarken, o ellerimde parça pinçik olmuştu.  

Ölmüştü çiçeğim, herkes yeni bir güne başlarken, dışarıda umut yükselirken, yeni günleri haber verirken gökyüzü, o sitem edercesine azar azar yitirmişti kendini.

O günden sonra birdaha 8'i sevemedim. Birdaha güneşin doğuşunu, gökyüzünün maviye çalışını kabullenemedim. 

Üzerinden on yıl geçti, birdaha başka bir saksıya gözlerimi çevirip bakamadım, kimseye şiir okumadım ve benim için en mühimi onun güzelliğini gözlerimden silemedim.

Farkettim de , bir isim vermemiştim ona. O da hiç gerek duymamıştı buna.

Bugün, gidip onu gömdüğüm yere, kazıdım ismini , çınar ağaçlarını severdi, tam yattığı yerin hemen üzerinde yazıyordu artık ismi ,

Nefes koymuştum.  

Çünkü yeryüzünde ilk nefesimi , onun yapraklarından almış ve onun toprağına üflemiştim.