Bu öykü @üçüncü ile beraber yazılmıştır.


Bisiklette bir hırsız var! Beni ben yapan şeyimi aldı ve kaçıyor. Benim köpeğim, masum kurdum. Kucağımda büyüdü boncuk gözlü, minik şey. Her şeyimdin şimdi seni çalıyorlar benden. Ah namussuzlar.


Nasıl yaptım bu hatayı. Sohbete dalmıştım, markette hiç de sevmediğim bir komşu, lafa tuttu. Köpeğim ayaklarımın dibindeydi, sıcak nefesini duyuyordum. Titriyordu yine bedeni, her soluk verişinde tüylerim titriyordu. İnsanlardan korktuğunu, komşularımı hiç sevmediğini söylemem gerek.


Sonra namussuz bir bisikletlinin korna sesini işittim. Sonrası olan oldu. Köpeğimi kaptığı gibi dört nala bastı şerefsiz. Ben de kimsesiz kaldım. Burada oturdum ağlıyorum, köpeğimi kaçırdılar, beni ben yapan şeyi.




Ağlayan kadını ardıma bıraktım. Çaldım ulan en değerlisini! Küçük köpek elimde, ayaklarım pedallara abanmış asfaltı yalıyoruz. Güneşli bir hava, ikimize de sert rüzgâr iyi geliyor. Fiyakalı bisikletimde dillerimiz dışarıda yol alıyoruz.


Küçük kerata susamış, dili bir karış dışarda, hani bende terledim. Zor bir şey abi bisiklet sürmek; ayakların durmadan çarkı döndürmesi, gerizekalı arabaların arasından yılan gibi geçmek ki hele benim bisiklet baba yadigarı, vitesleri tamirden aşınmış, pabuçlar tekerliği sıkıştır dursun, ebem ağladı. Ama her şeye değdi be!


O kadına iyi bir ders vermem lazımdı. Okuldan her çıkışı görürdüm kadını, elinde köpeğin tasması, kimseyi aldırmadan attığı adımlarla kendini yalnızlığa bürümüştü. Boş bakan gözler, belinde kırdığı kolundan destek alarak içtiği sigara, hep içimi parçalamıştı. Gidip konuşmakta istiyordum hane, çok ilgimi çekiyordu; zaman onun için bir durma noktasında takılmış bisiklet vitesi gibiydi sanki. Bir tek ben görüyordum onu, komşularıyla konuşurken ısırdığı dudağını, sabırsızca yere vurduğu kırmızı pabuçlarını bir ben görüyordum. Merhaba diyemiyordum. Diyemezdim ki. Herkesin görünce ya gülüp ya da kafalarını çevirdiği kadar çirkin bir suratım vardı; alıştım buna, ama o kadından en küçük bir iğreti belirtisi dünyalarımı yıkardı.


Yapamazdım. Tuhaf da kaçardı hani. El kadar çocuk ne işle bir kadınla arkadaşlık kurardı ki.

Bende izledim. Hop durun. Köpeğe dondurma almayı unuttum. Ayağıma işedi kerata. Kahverengi ayakkabılarım siyaha çaldı. Çektim tasmasını girdim dükkâna. Bisikletime bir bakış attım; köşedeki bir demire iyice kitlendiğimden tekrar emin olmam lazım. Annem hep işini iki kez kontrol et derdi. İçeri girdik. Yaz ayına savaş açmış klima yüzümüze boşaldı. Tezgâhtaki kadın bağırdı. “Köpek dışarı.” İki dondurma istiyoruz dedik. Ucuz olanından. Buzlusundan.


Kadın homurdandı ve iki dondurmamızı oflayarak puflayarak verdi; eline bıraktığım metalikleri alırken bana baktı; gözleri kısıldı kaşları kalktı, iğrendi apaçık. Kafasını çevirdi. Ve oradan uzaklaştık.


Sokağa oturmuş kırmızı arabaları sayarken dondurmamızı yedik köpekle. Hane baya iştahlı bir şey çıktı yahu. Onunkisi kırmızı benimkisi sarıydı. Yaladık. Benim dondurmamı yaladı bende onun dondurmasını yaladım. Ne alındı ne de iğrendi. Zeki velet hane.


Sonra bisikletimize atlayıp bahçemde yaptığım samanlıklarla döşediğim sığınağıma kaçtık.


Kadın şu an ne yapıyordur hiçbir fikrim yok ama köpeği uzun bir süre ondan uzak tutacağımı biliyorum. Babam bilse beni öldürür ama köpeği ve kadını o kadar çok izledim ki köpeğin hiç havladığını, huysuzluk yaptığını görmedim. Uslu bir şey. Biraz kafasını seviyorum. Aferin la sana diyorum. Şımarıyor velet.


Sığınağım dağınık; kafanızı eğip gireceğiniz bir yer. Çizgi romanlarım, kitaplarım ve çamurdan yaptığım savaşçı küçük askerlerimle dolu karanlık bir yer. Köpek içeri girince ses etmiyor ve kıvrılıp uyumaya koyuluyor. Bende de sırt üstü uzanıyorum. Bisikletimi iyice kilitledim mi diye düşünü veriyorum.


Sonra kadın aklıma geliyor. Neden benim için bu kadar dikkat çekici olduğunu düşünüyorum. Etrafında insanlar olmasına rağmen yalnız olduğunu biliyorum. Ben bilirim. Yürüyen bir insanı anında anlarım. Yalnız ve kederli biri gibi geldi bana. İzledim bende. Yapacak bir şeyim yoktu. Ne arkadaşım ne de... anladınız işte beni. Çizgi romanlarım ve çamurdan askerlerim vardı ve bende izledim; şarap alırken kendisine selam söyleyen teyzeyi fark etmemesini, önünü kesen bir tanıdığına nasılda güler yüzlü ama içini parçalayan bir minnoşlukla cevap verdiğini, yüzündeki en küçük kasılmadan anlıyordum. Bu konuda uzmanım. İzledim, yağmur yağarken balkona çıkıp ağladığını, köpeğin bazen yanı başında dilini çıkartıp küçük ayaklarıyla yürüdüğünü fark etmediğini gördüm. Özür dileyip hemen sarılarak telafi etmesini. O an anladım; çok fazla özür diliyordu, çok fazla zamanı atlıyor ve geri gelip elleriyle, o sigara içerken titrek elleriyle bir arada tutmaya çalışıyordu. Olmayan veya terk ettiği bir şeyleri yapıştırmaya çalışan bir kadının üzgün bakışları vardı onda.


Bir karar aldım. Köpeğini çalacaktım. Evet yapacağım buydu! Çaldım. Çaldım çünkü o köpeği, eskiden getiremediği ne ise tasmasıyla hayatına dahil edemeyeceğini göstermek istedim. Tıpkı sabah okula giderken annemin çantasından arakladığım makyaj malzemeleriyle kendimi yakışıklı yapmaya çalışmam gibi. Olmuyordu işte. Geçmiş gölgesiyle boğazınızdayken nefes almak zor, yapışıyorsun bir şeylere, sahte olanları buluyorsun ve kendi dünyanı yaratıyorsun ama olmuyor. O kadını gördüğümde bunlar hissettim. Makyaj çantasını karıştırmıyorum, o kadının da kapiğini peşi sıra sürüklerken ağlamasını istemiyorum. Bu bana çok büyük acı veriyor. Ben ne tanrıyım ne de iyilik meleği. Sanmayın kadının hayatını güzelleştiren küçük bir çocuk olduğumu; ben de çıkarımı koruyorum, ona gülmeyi gösterirsem bende gülürim diyorum, böyle bir şey işte. O yüzden çaldım, sinsi bir hırsız gibi hayatına girip değerli mücevherini çaldım. Yanı başımda dili dışarıda uyuyor ufaklık.


Ertesi sabah karşısına çıktım. Gözlerinde kocaman bir güneş gözlüğüyle az kalsın deviriyordu beni. Ellerim titretiyordu. İnsanlarla yüz yüze konuşmak geriyordu ki köpeğini çalmıştım, gördü beni. Beni gördü.


“Köpeğiniz bende,” dedim. Ne bir ukalalık ne de bir bilmişlik vardı sözlerimde. Tüm çirkinliğimle karşısındaydım. En küçük iğrenme belirtisi arıyordum güzel yüzünde. Dua ediyordum bir yandan da iğrensin diye, sende onlardan ol ve iğren; o iğrenmedi ben titredim.


“Onu istiyorum,” dedi kadın.


“Neden?”


“Çok saçma bir soru, o benim köpeğim tamam mı, tek sahip olduğum şey,” sesi yükselirken son dakika kendini tuttu.


Sinirlenmiştim. Çünkü köpeğini çalmam rağmen, çirkin suratıma rağmen, söyledikleri laflar o kadar tatlı ve naifti ki... Gerçek öfkeyi görmek istiyordum.


“Salak köpeğin beni sinir ediyordu, onu peşinden sürüklemene sinir oldum. Marketteki salak kadınla tatlı tatlı konuşurken köpeğinin tasmasını çözdüğümü gördün ama bir şey yapmadın. Neden! Nedenini biliyorum çünkü o kadıncağızı, komşun denen o cadalozu kırmak istemedin. Sırf bu yüzden köpeğin şu an benim elimde.”


“Benden ne istiyorsun,” işte şimdi olmuştu, sesi titremiş ve o gözlüğün arasındaki gözlerinin sulandığını fark etmiştim. Üstüne gittim.


“Korkuyorsun ve korkaksın. Herkes seni tatlı ve yalnız sevecen birisi olarak görsün istiyorsun. O yüzden o tatlı köpeğini peşinden sürüklüyorsun ya. Kendi yalnızlığını ve acını gizlemek için ve bende onu senden çaldım. Artık çıplaksın.


Suratıma bir tokat indi. Lütfen yapma diye içimden deli dua etmeye başladım; lütfen o ellerini, o pişmanlıkla sarıldığın yalnızlığını kapatmak için ellerini yüzüne götürüp özür dileme, lütfen yapma.


Yapmadı. Elleri yumruk olmuş ve yanaklarından gözyaşlarıyla bana baktı. Ben baktım. Herkes bize baktı ve ben kahkaha atmaya başladım. Hem de ne kahkaha. Kadın bir an şaşırdı, bir adım geri çekildi ve bana dik dik baka kaldı. Sonra hafif bir kıkırdama, sonra o da kahkaha attı. Beraber herkes bizi izlerken kahkaha attık. Hava güneşliydi ve herkes bize bakıyordu. İki mamuta.