2018’in son çeyreğinde, ilginç olduğu kadar iyi kalpli bir hanımefendi; internet âlemine bitleri, pireleri ve terörün sonunu getirecek planlarıyla saykodelik bir giriş yaptı. İnternetistan vatandaşları da bu biyoterörist hanımefendinin sözlerinden yola çıkarak hüviyeti bilinmeyen bu hanıma “Bit Pire Sirke Teyze” adını lâyık gördü, ben bundan sonra kelimeden tasarruf maksadıyla kendisinden Bipis Teyze olarak bahsedeceğim. Sayın Bipis, söylediğine göre bir sene kadar yıkanmamış, nevi çeşit nebat ve mahlukata ev sahipliğinde bulunuyormuş. Bu sahip olduğu ya da geliştirdiği biyolojik zenginliğinin marifetiyle Amerika, İsrail, Fransa ve Hollanda’ya terörü bitirmek gayesiyle biyoterörizm eylemleri yapacakmış. Çoğunluk tarafından itici ve kabul edilemez görülen bu davranışın niyeti benim nazarımda daha önemlidir. Bohemistik hayatını bir ülkü uğruna seçen, ve bu uğurda modernitenin hijyen normlarını reddeden, hedefine kitlenmiş bir torpido gibi süratle ve kararlılıkla giden bir kadındır kendisi. 


2020 yılının son günlerine girdik. Bu teyzenin ortaya çıkışı ve Kubrick’in Doktor Strangelove’ını, Fritz Lang’in Rotwang’ini solda sıfır bırakacak çılgın planını kamuoyunun vicdanına bir EYP misali atmasının üzerinden iki sene geçti. Bitlerin ve pirelerin cehennem taşlarını dünyaya taşıdıkları bir gerçeklikte yaşamadığımıza göre, ya MI6 bünyesindeki çapkın ve Martini bağımlısı bir kadın avcısı, Bipis teyzeyi etkisiz hâle getirdi; ya da Bipis, kendi gücüne yenilip, yarattığı durdurulamaz haşerat ordularının altında kaldı. Nitekim sonuçsuzluktan çıkarılabilecek sonuç başarısızlıktır. Peki bu kararlı insanın izlemesi gereken yol neydi? Oksident’in büyük güçlerine açtığı savaşı kazanmasının gerçek hayattaki izdüşümü ne olabilirdi? Bu yazıda Bipis’in bu savaştan muvaffak çıkmak için ne yapabileceğinden bahsedeceğim. 


Öncelikle gerçek hayattaki bir örnekten çıkarımlar yapmalıyız: İkinci Dünya Savaşı’nda (Aziziye fesli başlar için Sabık Harb-i Umumî) Hirohito’nun acımasız kuvvetleri, kıtadaki Çinli komşularına karşı, insanlık suçları ve toplama kampları astarlı bir taarruza kalktı. Bu taarruz süresince işlenen suçlar arasındaki “Çin’in üzerine Yersinia Pestis adı verilen, üç farklı veba türüne sebep olabilen bakterileri taşıyan bitlerin yağdırılması” da Tokyo Duruşmaları dosyalarındaki küçük bir yan başlık olarak yerini almakta. Burada Bipis Teyze’nin olaya yaklaşımı, Hirohito’nun kurmaylarıyla aynı entelektüel temele dayanıyor: “Bit hastalık taşır, hastalık insanı öldürür.” 1940’ların çatışmalar ve yakıp yıkma politikalarıyla tarumar edilmiş Çin’inde bu tarz basit bir virüsün tedavisini yapacak olanaklar yoktu, o yüzden bu strateji istenilen etkiyi yapabildi. 


Fakat Çılgın Profesör Bipis’in minyonları olarak biz bu taktiği kullanamayız. Bu bakterinin sebep olduğu veba türleri kolayca tedavi edilebilen ve Penisilin gibi antibiyotiklerle üstesinden gelinebilen basit hastalıklar. Böyle bir biyoterörizm örneğinin karşısında hasım, şüphesiz ki, Tanrı’nın kendisine bahşettiği dört yanaktan güneş görmeyen ikisiyle katılarak gülecektir. Bipis’in biyosferinde var olan bitlerin, pirelerin ve sirkelerin taşıyabileceği başka bir patojen arayışına girmemiz gerekmekte. Bu patojenlerden birisi insan biti tarafından taşınabilen Epidemik Tifüs. Bu hastalığa sebep olan patojen, 1969 yılında Başkan Richard Nixon tarafından durdurulan Amerikan biyolojik silah araştırmalarında incelenen birçok patojenden biri. Patojenin aşısı 1946’dan beri ulaşılabilir durumda ama 1969’a kadar üzerinde biyo-silah araştırmaları yapılan bir virüsün aşısı, Amerikalı biyologlar için atlanması gereken çok büyük bir engel olarak görülmemiş, bizler ve Ord. Prof. Bipis’in Jurrasic Parkvari biyosferi için hiçbir sorun teşkil etmeyecektir.


Sevgili Bipis’in mikrofaunasından, aşıya ve antibiyotiğe dayanıklı bakterilere sahip olanını seçip aldık. Eğer bir Bipis’imiz olmasaydı; uygulamalı genetik bilimiyle alakalı milyon dolarlık, neye benzediklerini bile bilmediğim ankastre laboratuvar ekipmanına, küçük kurabiyelere benzeyen kaplara ve küçükken birbirimize su fışkırttığımız su yüzüklerine benzeyen acayip aletlere ihtiyacımız olacaktı. Neyse ki Bipis bizimle. 


Bakterimizi de seçtiğimize göre, elimizde en azından ısırdığı ilk insanın bağışıklık sistemi tarafından tokatlanmayacak bir biyolojik silahımız var. Şu anki haliyle canımız ciğerimiz bakterimiz, bir anneanneyle aynı odada bırakılan bir paket Olips ile aynı hayatta kalma oranlarına sahip. Bir patojen, eğer başkalarına bulaşamadan hastayı öldürüyorsa o mikrop çok saçma bir biyolojik silahtır. Biyolojik silahlar kitle imha silahlarıdır, eğer kurbanımız Jabba the Hutt değilse tek kişiyi öldürerek bir kitleyi imha ettiğimiz söylenemez. Bakterimiz ne kadar uzun süre fark edilmeden bulaşırsa o kadar iyi. Nitekim hepimizin yakından tanıdığı, bütün yılın gündemi olan Covid-19’u bu kadar tehlikeli kılan şey bu. Tabii tek fark Covid-19’un bilinen ve biyolojik olarak dürtüklenmemiş bir mikrop olması, biz siparişe göre “custom” bir patojen yaratıyoruz. Genetik olarak tasarlanmış DNA fark edilmesi çok da zor bir şey değilmiş, Amerikalı bilim insanları federal izin olmadan üretilmiş GDO’ları saptayabiliyormuş. O yüzden biz Bipis’in biyosferinde yapay seçilim ve çapraz döllenme yöntemleriyle cici ve sinsi bir bakteri taşıyan bir bit geliştirdik. Şimdiki mesele bu muhteşem ve muazzam biti adrese teslim edebilmek. 


Bitimizi herhangi bir şekilde adrese teslim edebiliriz, başarımızda pek bir farklılık yaratmayacaktır. Nitekim bir kere sınırdan giren bit, çabucak ev hayvanlarına bulaşacak ve daha sonra da insanlara bulaşacaktır. Bakterimizi ise normal bitler dahi taşıyabilecek, “terörizmin beşiği” Avrupa ve ABD’yi yerle bir edebilmek için yalnızca beklememiz gerekecek. 


Not: Biyolojik silahlar ve genetik mühendislik hakkında bildiklerim, okuduklarıma dayanıyor. Bu konuda hiçbir resmî eğitim almadım ya da bir başarım yok. Eğer yanlışım varsa lütfen düzeltmekten kaçınmayın. Esenlikler...


-Berkay Artık, 2020