Siyah, yanımda gri kalıyor, öyle bir koyuluk içim... Atıl kalmış ahşap bir ev gibi çatırdıyorum. Adımlarımın yüreği ağzında, bir adım sonrası yaralı bereli bir boşluk biliyorum, düşüyorum... Kederli duvalarıma tutunup, düştüğüm boşluğa tekrar, tekrar adımlar atıyorum, yine düşüyorum... Mecali, umutları, aşkı olan bir vuslatın aptalı mıyım, yoksa yaşama tutunmak için bir bahanenin delisi mi? İlki olmalıyım, içimdeki ben ilki! Aldığım yarayı, bereyi gururla, aşkla taşımalıyım, vuslatımla, aptallığımla, umutlarımla... İkincisi olmamalıyım, nefes almak için bir bahaneye sığınamam, ne olur konuş... Bahanelerle yaşama tutunmak, aşağılık bir korkaklık değil mi içim?


Aşk, vuslat, umutların, aptallığın, yaraların, berelerin bir bahane değil mi?


Ona her yaklaştığım anın bir adım sonrasının bir boşluk olduğu biliyor olsam bile, yaklaştığım an, kurumuş toprağıma bahar yağmuru gibi düşüyor içim... Ben buna nasıl bahane derim, yaşamak derim...


Aşk mı? Kaos mu? Bahane mi? Teslimiyet mi ? Farkına varamadığım bir tükeniş mi? Bitmez kavgalarım...