O an kıyamet kopsa eminim ikimiz de cennete giderdik.


Sanki ruhu çekilmiş, başıboş, ıssız bir sokak gibiydi. Ve onun birazcık ışık diye yakınan sessiz feryadını duydum -yetiş karanlığımdan ölüyorum-

Manası olmak zorunda değildi hiçbir şeyin, köprüden geçmek zorunda değildik, atlamak da. Hayat andaydı ve an da oydu.


Acı sadece yalnızken çekilebilirdi ve o omuzlarımdan öpmek istemişti, hayır diyemezdim. Bir damla ışık sızsın istedim sokağına. Yıkık dökük evler yeniden canlansın, yine enfes yemekler pişsin ocaklarda, radyoda eski bir şarkı çalsın, çocuklar dışarda ip atlasın, bir baba işten dönsün ve sıkıca sarılsın oğluna, bir annenin sofrası hiçbir zaman çiçeksiz kalmasın istedim.


Neye yarar ki bu kadar çok istemek bir şeyi? Ne kadar basitsem ona bir o kadar karmaşık geldim.


Fazla olmak azdan bir tık…


Unutmak için birini kaç kere öldürmeli insan içinde?


Resmedilemeyecek kadar güzel bir günü hafızasından silmeye çalışması da günah mıdır insanın?


Kuruyan dudaklarımı onun için ıslatmıştım oysaki nasıl derinden doldurabilirse bir insan ciğerlerini işte öyle çekmiştim nefesini içime, nasıl tutmasını istediysem o kadar buz kesmişti ellerim.


Aklımda kötü kalmayacaktı belki ama içimde hep bir ukde olarak kalacaktı. Hangi kapıyı kaç kez çalmalı bilemezdi insan bazen ve mevsimler biz olmasak da değişecekti zaten.


Nasıl taşısın ki bulut yükünden fazlasını? Sadece saklasın isterdim herkesten sırrımı.


Adamı asmasın, adamı kurtarsın. Biliyorum hep sıcak kalacak elleri, düşledikleri o odaya hiçbir zaman sığmayacak. Gezegeni asla kurtaramayacak belki ama her gün kendi hayatının kâşifi olacak, yeni bir kitaba başlayacak mesela, başka bir tene karışacak, bir taş atıp bu sefer ıskalamayacak.


Lazım mıdır olması gerçek her şeyin? Bir gece onunla bütün dünyayı gezdiğimizi hayal etmiştim. Muhteşemdik. Bir karavanımız vardı. O sürmüştü ben de ona meyve soymuştum. Görebildiğimiz bütün güzellikleri görmüştük. Bir kumsalda uzanıp yıldızlara dokunmuştuk. Patlıcan közleyip bir şişe şarap açmıştık yanına. Bir ateş yakıp en sevdiğimiz şarkıları avazımız çıktığınca söylemiştik. İçebildiğimiz kadar içmiştik her şeyden. Bir tarlanın kıyısına çekip delicesine sevişmiştik sazlıklar arasında. Çırılçıplak bir şelalede yüzmüştük. Bir uçurumdan dünyaya tükürmüştük. Sızıp kalmıştık koyun koyuna bir yerde öylece. Bir açın karnını doyurmuştuk. Bir çocuğu sevindirmiştik. Ekmeğimizden bölüp bir kuşu beslemiştik. Bir fidan dikmiştik.


Gök nasıl karışamazsa toprağına yeryüzünün yağmadan, birikemezse oluklarına, aşkta insanın içine öyle hemen düşmezdi, bir yer etmezdi delercesine kalbinin ortasında. Ama onun tadını almıştım, onun yağmurlarıyla sulanmıştım, ellerim heyecandan terlemişti onu görünce, karnıma bir ağrı saplanmıştı ansızın.


Ama çabuk kesildi, boşluklarıma dolmaya yetecek kadar kalmadı benimle. İkimizden bir bütün olmadı hiç. Aslında ona aitsem diye kalbimi çivilemek isterdim çünkü o hep daha sona ulaşmamışız gibi giderdi. Bir gün dans edeceğimizi söylemişti ama hiç etmedik. Konuşuruz sanmıştım ama hep sustuk. Bir fotoğraf karesinde olamadık yan yana ama ne kadar sevmese de o, biz bir şiir olduk.