Hayatımda uyuduğum en zor uykudan uyandım. Başım çatlıyor ağrıdan. Gördüğüm rüyaları hatırlamıyorum. Hatırlamaya çalıştıkça nefes nefese kalıyorum. Belki de inatlaşmamalıyım beynimle. Telefonumu almaya çalışırken komodinin üstündeki saati devirdim. Büyük bir şangırtıyla kırıldı camı. Olsun. Bugünün iyi başlamasını beklemiyordum zaten.


Odamdan çıkmak istemiyorum. İçerideki samimiyetsiz kalabalığı nasıl dağıtabilirim? Bağırsam, duvarları yumruklasam?

Hayır, olmaz. O zaman hiç gitmezler yanımdan. İyi olduğumu göstermeliyim onlara. Kendimi kandırmaya çalışıyorum küçücük odamı turlarken. Yüzüme bir gülümseme yerleştirmeliyim. Ben iyiyim.

Yok, yapamıyorum. En iyisi kırılan saatin parçalarını toplamak. Ellerimi kesmemek için bir çaba harcamıyorum. Kesilse ne olacak ki? Daha ne kadar acıyabilir canım? Saatin arkasında bir kâğıt parçası fark ediyorum. Pil yerine oturmuyor diye kâğıt sıkıştırılmış.

Bozuldu sanıp ağladığımda yapmış olmalı. Zaten bayılırdı her şeyi tamir etmeye. Bu saat benim için bir zamanlar ne kadar önemliymiş, yeni fark ediyorum. Avucumda iki pille ağlamaya başlıyorum. O olsaydı yine tamir edebilir miydi? Bilmiyorum.

Ne kadar ağladığımı bilmiyorum. Kapının çalınmasıyla irkiliyorum. Kahvaltı etmeliymişim. Midem de biliyor benim yasta olduğumu. İçeridekiler bilmiyor!

Çok kızıyorum “Sakin ol.” diyen herkese.


Nasıl sakin olayım? Birazdan gelirim deyip kendimi tekrar yatağa bırakıyorum. Tavanda başlayan ''Anılar'' isimli filmi izlemeye dayanamıyorum. En iyisi çıkmak bu odadan. İçmem için bırakılan su şişesinden biraz su döküyorum elime, yapabildiğim kadar yüzümü yıkıyorum.

Mutfak kapısından içeridekileri izliyorum. Biri bal sürüyor ekmeğine, diğeri zeytinin rengini tartışma peşinde. Muhabbet koyu, çaylar açık. Benim orada olduğumu dakikalar sonra fark ediyorlar.

Masaya buyur ediliyorum. Önüme bir servis tabağı konuyor. Peynirin kendisi bile boğazımdan geçmek istemiyor, biliyorum. Buradaki kalabalık bunu anlamıyor mu? Anlamıyorlar tabii. Onlar evden çıktıktan sonra ''Biz görevimizi yaptık.'' deyip vicdanlarını rahatlatacaklar.

Yapamıyorum, çatalı kaldıramıyorum. Zorlamıyorlar, kalkıp salona geçiyorum.

Salonda tuhaf bir koku var. Ne kokusu bu? Burnum kırılacak, nefes alamıyorum. Başım ellerimin arasında, dakikalarca halıya bakıyorum. Kan kokuyor halı, kan! Kırmızı lekeleri yumrukluyorum, sinir krizi geçiriyorum. Ben annemin ölmüş olduğunu kabul edemiyorum! Babam geliyor, sesim apartmanın dışına kadar gitmiş demek. Sakinleştirmeye çalışıyor beni. Gözlerimden öpüyor, yanaklarımdan öpüyor. Onun da üstünde o katlanılmaz kan kokusu!

Annen, diyor. Annen burada hâlâ, bizimle. Sakinleşemiyorum. Annemi iyileştirmeyen tüm kalp ilaçlarını yakmak istiyorum. Onlar annemi iyileştirseydi kalp krizi geçirip ölmezdi annem. Başını da vurmazdı sehpanın sivri köşesine. Kan kokmazdı o zaman evimiz!


Benim ağlamalarım samimiyetsiz kalabalığı korkutmuş olmalı. Hepsi bir bir çıkıp gidiyor evden. Onlar gidince biraz rahatlıyorum. Babamın dizine yatıyorum, gözlerimi kapatıyorum. Hayal edebileceğim en güzel cenneti hayal etmeye çalışıyorum.

Annem orada, biliyorum.