karşısındaki sıvası dökülmüş duvarda duran saatin akrep ve yelkovanı on ikide buluşup sevinç çığlıkları atmaya başladığında genç kadın ne yapacağına henüz karar vermişti. "bu kadar düşünecek bir şey yoktu." diye kızdı kendine. "alt tarafı eczaneye gidip yüzündeki morluklar için krem alacaksın." kendini telkin ederek konuşmasını sürdürürken montunu üstüne geçirmekle meşguldü. kimi zaman neşeli kahkahalarının çınladığı evinin savaş alanına dönmüş haline içi acıyordu. belki de acıyan morluklarıydı. fiziksel ve ruhsal olarak öyle hırpalanmıştı ki, hangi yarası acıyor, artık ayırt edemiyordu. biraz önce evden çıkan kocasının yokluğu ona öyle iyi geliyordu ki canının yanmasını umursayamıyordu. evinden çıkarken, karşı komşusuna yakalanmamaya çalışırken, yolda yürürken başı hep öne eğikti. dayak yediği için suçlu hissediyordu. henüz yirmi dördünü yeni bitirmişti, genç ve güzel bir kadındı. en azından evlenene kadar. evlenmeden önce, insan sadece doğum günlerinde yaş alır sanıyordu. önceden biri yaşını sorduğunda rahatlıkla yirmi dört diyebiliyordu. evlendikten ve hayatını kabusa çeviren o adamla tanıştıktan sonra öyle çok büyümüş ve öyle çaresiz geceler geçirmişti ki, yaşım yirmi dört demeye midesi bulanıyordu. kendini en az yüz yaşında hissediyordu. eczaneye varıp morlukları için krem alırken içi pişmanlıkla kavruldu. evden çıkarken aynaya bakmamıştı. bakamamıştı. eczacının ve içerideki müşterilerin bakışları eşliğinde kremi alırken kendini öyle kötü ve çaresiz hissediyordu ki bir an bu hissi artık taşıyamadığını fark etti. intihar eden insanlar buna nasıl karar veriyordu, o an anlamıştı. kendini asırlardır yaşayan yaşlı bir bilgeden daha yaşlı hissediyordu. onu bu hale yaptığı evlilik ve her başarısızlığını ondan çıkaran kocası getirmişti. kafasını kaldırıp eczacıya baktığında artık iki kadın göz gözeydi ama kimse konuşmuyordu. kendini çaresiz hissettiği çok an olmuştu ama bu başkaydı, hissediyordu. kremi alıp dışarı çıkarken damarlarından kan değil de ölme arzusu akıyordu ve bundan daha da kötüsü, öleceğini biliyordu. artık dayak yemek istemiyordu. artık kendi evinde, mışıl mışıl uyuması gereken yatağında tecavüze uğramak istemiyordu. yemeğin tuzu az diye, boşanmak istedi diye, biraz yan güldü diye suçlanmak istemiyordu. iki sene süren evliliği boyunca maruz kaldığı şiddet yüzünden kaç kere eve polis gelip o caniyi evden alıp geri getirmişlerdi, artık sayamıyordu. yorulmuştu. sadece yaşamak istemişti ama bu dünyanın insanları ona bile izin vermemişlerdi. kaç kere evden kaçtığını, polise sığındığını hatırladıkça ağlayası geliyordu. "her şey daha farklı olabilirdi." diye fısıldadı yolda yürürken. aniden gelen farkındalıkla elindeki merhemi hışımla yere attı. karşısına çıkan ilk insana "her şey daha farklı olabilirdi." diye bağıracaktı. sonra bir an bunu yapmanın anlamsızlığıyla durdu. insanlara bunları söylese, "ben her gün öldüm, beni neden görmediniz?" dese muhtemelen huzursuzluk çıkardığı için polisin gelmesi beş dakikayı bulmazdı. çığlık çığlığa kocasından şiddet gördüğü gün kırk dakika sonra eve gelebilen polislerin. gülüşü büyürken uzun zamandır hissetmediği kadar huzurlu hissediyordu. artık bitiyordu. onu kurtarmaya kimse gelmemişti ama o kendini kurtarıyordu. cüzdanında kalan son parasıyla kağıt kalem alıp para üstünü almadan oradan ayrıldı. arkasında bıraktığı şaşkın bakışlar onda hiçbir duygu uyandırmamıştı. içi bomboştu. deniz kıyısına gelip bir banka oturduğunda aklında sadece bırakacağı veda notu vardı. bunlar son sözü olacaktı. kasım ayıydı, hava çok soğuktu ancak genç kadını üşüten tek şey hava değildi. bu dünyaya herkesin bir amaç uğruna gönderildiğini düşünmüştü hep. onun amacı neydi? amacını tamamlayabilmiş miydi? "bunları düşünmek için çok geç." diye fısıldadı, son kez gökyüzüne bakarken. ne için buraya gelmişti bilmiyordu ama ne için öleceğini biliyordu. eğer hayatta kalırsa o adam onu her gün öldürecekti, adından ne kadar eminse bundan da o kadar emindi. elindeki kağıda son sözlerini yazarken de, kağıdı katlayıp üzerine telefonunu koyup denize yürürken de yüzünde bir gülümseme vardı. ne yazık ki bunu kimse bilemeyecekti.
ertesi gün sabahın erken saatlerinde kırtasiyeyi açan genç çocuk da, nöbetini henüz bitirmiş eczacı kadın da gazetede gördükleri haberle sarsıldılar. haber tam olarak şöyleydi:
"erkek terörü bir can daha aldı. yirmi beş yaşına yeni basan genç kadın D.F arkasında veda notu bırakarak kendini boğazın serin sularına bıraktı. iki senedir evli olduğu ve kocasından fiziksel şiddet gördüğü bilinen D.F'nin cansız bedenini sabaha karşı balığa çıkan yaşlı bir adam buldu. bıraktığı notta, "sesimizi neden duymuyorsunuz? biz kadınlar sadece nefes almayı bırakınca ölmüyoruz." yazan D.F'nin kocasının neden ceza almadığı ve hakkındaki onca suçlamaya karşın neden salıverildiği konusunda vatandaş, devletten açıklama bekliyor."
sedef gürler
2020-10-13T23:46:01+03:00teşekkür ederim yorumunuz için. bu konunun sarsıcılığını anlatmaya kelimeler yetmiyor zaten malesef..
Mahsum
2020-10-13T23:38:48+03:00Bazen bir eser çıkar karşımıza ve sadece başlık tek başına metindir, anlamdır, düşüncedir, sitemdir, intihardır. Konu öyle sarsıcı ki üslup ehemmiyetini yitiriyor. Kaleminize sağlık.