Eskiden atalarımız sevdiğinden söz alır, öyle uzaklara gidermiş. Kimi askere, kimi çalışmaya... Onlar gittiklerinde türkülere, geride kalanlar ise ya o yağlara ya kilimlere ya kanaviçelere dokurmuş sevdalarını.


Renklerin ve desenlerin anlamı varmış. Mesela koçboynuzu desenini hemen hemen her işlemede görürüz. Erkeklik sembolü olan bu desen kahramanlığı ve gücü temsil edermiş. Saç bağı desenini, kadınlarımız evliliği veya doğumu temsil ettikleri için işlermiş. Küpe deseni işlenmiş ise evliliği istediğini belirtmek içinmiş. Pırtak deseni işlemiş ise ki tarla-bağ-bahçede olan bir bitkidir, bolluk ve bereket anlamında işlenirmiş. Muska deseni nazardan korunmak için işlenirmiş. Ve daha birçok motif… Yani aslında içindeki sevdaya, hasrete ve derde göre işler, sessizce dertlerini dökerlermiş. Tabii renklerin de nerelerde, nasıl kullanıldığı çok önemliymiş. Demem o ki güzel, sessiz ve zahmetli sevmişler. Bağda çalışan ağabeylerim başlarında rengarenk oyalı tülbentleri taşırken güneşten korunur, aynı zamanda yârinin sevdasını taşıyıp niyetini açıkça belli edermiş. Sevdiğim başımın üstündedir dercesine. Kimi yârenine işler ve ona gönderirken kimisi kavuşamadığına işler de destan yazar o motiflere. Aslında gizli ve güzel sevmişler. Aslında edep ve saygıyla beklemişler.


Bir türkü dolanır dilime Fatih Kısaparmak’tan:


Sevdiğine sözü olan kilim dokur

Kilimin dilinden ancak anlayan okur

Sırlarımı verdim sana sevgimi verdim

Şu gönlüme kilim yaptım yoluna serdim

Ayıptır günahtır diye kilit vurdular dilime

Aşk dokudum kilime anlıyor musun

Yetinmedim türkü yaktım gayrı bu canımdan bıktım

Hani senin olacaktım dinliyor musun

Kilim kalbin aynasıdır gönlün sesidir

Her nakışı bir duygunun ifadesidir

Kilim sevgiliye çare aşka davettir

Kim renkler şikayettir kimi hasrettir.


İşte bir türkü, işte bir tarih, işte gerçek aşklar...

Bizler sevgimizi reklam yaparken sevgisini sevdiğine saklayan nice büyüğüme sevgiler.