Bizler düzene yenik düşmüş insanlarız. Hep deneyip yenilmeye doyamayanlar, denemiş olmanın hazzına ulaşmak için ölesiye çırpınanlar -bunlar, önlerinde hep aşılması imkansız engeller olduğunu iddia ederler-, denemeye değer bir şey olmadığını iddia edenler, böyle tipler genelde Dünya'dan nefret ederler. Ve ne olursa olsun tatmin olmayanlar. Hep elde edemediğinin acısıyla uyanan, kendi sonunu planlayamayan doyumsuz ve dahiyane tipler. Ve tüm bunları asla kabul etmeyenler.



Yaşayabilirlerdi. Dünya'nın onlara verdikleriyle yetinmeyi bilip, onlarla mutlu mesut yaşayabilirlerdi. Küçük dünyalarını kayıtsızca sevebilirlerdi. Ve müsterih bir şekilde ölebilirlerdi. İçlerinde kimileri böyle bir yaşamın cahillere özgü olduğunu, kendilerinin bir kutuda yaşayamayacaklarını, sıradanlığın kendilerine doğrultulmuş bir silah olduğunu belirtiyor ve bu yaşam tarzını reddederken, kibirle karışık yeni bir keşfin izleri gözlerinden okunuyordu. Kafalarındaki karışıklık çözülmüşe benziyordu. Artık kendi hayatlarıyla ne yapacaklarını biliyorlardı. Masadan gayet memnun kalktılar ve bana karşı müteşekkir hissediyorlardı. Çabaları artık bir anlam taşıyordu. Bu gruplardan en karamsar olanları ise kuşaklar boyu devam eden kötülüğün bir mümessili olmak istemediklerini, bir şeyleri değiştirmeleri gerektiğini, kendilerinden sonraki nesillerin onları bu çarpık zihniyetle anmak istemediklerinin nutkunu çekerken sonlara doğru sesleri titremeye ve gözleri dolmaya başladı. Sonunda denemeye değer bir şey bulmuşlardı. İçlerinden birisi karşımızdaki denizde kendisini rüzgara teslim etmiş bir grup yelkenliye bakarak dişlerini ölesiye sıkıyordu. Sanırım birisi daha fazla hissediyordu.

Bir müdahalede bulunmadım. Önüne bir bardak kahvesini ve sigarasını koydum sonra o yokmuş gibi davrandım. Fakat sigarasını yakacaksa eğer, benden çakmak istemek durumunda kalacaktı.



Diğerleri için ise durum pek iç açıcı değildi. Onlara bazen şaşırmamak elde değil. Gayet başarılı ve azimli insanlar fakat bu başarılarını göremiyorlar. Hep stres ve bir planın içindeler. Hiç aynaya bakmıyorlar mı? Durup düşünmüyorlar mı? Kendi emeklerini bu kadar görmezden gelmek, kendine saygısızlık değil mi? Bir gün dayanamadım onlara bunun nedenini sordum-asla yapmamam gerekirdi ama kendimi tutamadım-. Bu tespitimi daha önce de duymuş olmalılar ki yılgın bir özveriyle bana ''Biz, şu an ki konumumuzu bu açgözlü tavrımıza borçluyuz. Çünkü diğerleri gibi şans bizim yanımızda değil.'' Kendilerini hem toplumdan aşağıda, hem de yukarda görüyorlardı. Bu sohbetten sonra sözlerimi merakla dinlemez oldular. Onlara yeni bir şey katamıyordum çünkü. Üretken olmalarına ufak da olsa bir destek sağlayamıyordum. Onların gözünde sıradanlaşmıştım. Ama yine de geliyorlardı. Sanırım hâlâ benden ümitleri var. Her neyse. ''Ve, tüm bunları asla kabul etmeyenler.'' Bu güruh hakkında çıkarım yapmak güç. Ama sanırım anı yaşamaktan keyif alıyorlar. Biraz keyfine düşkünlerdir, zora pek gelemezler. Onları biraz daha dinlemek istiyorum. Gelmelerini beklemeye karar verdiğim an sessiz dostumun benden çakmak isteme lütfunda bulundu. Çakmağı aldı ve kalıp kapıya doğru yürümeye başladı. Kapıyı açtığı anda içerisi gülüşme sesleri ile yankılandı. Yine gülecek bir şey bulmuşlardı. Genelde bunları bana anlatma taraftarı değiller çünkü çok sıkıcı birisi olduğumu düşünüyorlar. Bazen bu imalar canımı sıkabiliyor. Yine de soracağım onlara. İşte geliyorlar.



-Nasılsın adamım?

-İyilik senden? Oturmaz mısın?

-Oturalım bakalım.

-Söylesene, yukarı çıkarken neye gülüyordunuz.

-Hiç sorma! Hahaha!



Birden ciddileşerek:


-Yukarı çıkarken onunla karşılaştık. Senin yanındaydı sanırım. Ona güldüğümüzü falan sanmasın. Yanlış anlaşılmak istemem.

-Bilmiyorum.


Dedim. Bir süre kimseden çıt çıkmadı. Ben devam ettim.


-Senden böyle bir sağduyu örneği görmek şaşırtıcı doğrusu.

-Şaşırtıcı olmayan ise senin bu önyargılı tavrın.


Tam on ikiden vurdu. Verecek bir cevabım yoktu. Bozulduğumu belli etmeyerek tekrar aynı soruyu yönelttim. Bu dobra ve neşeli kişilik bana tekrar saldırmak üzere ağzını açmıştı ki aşırıya kaçmak istemediğinden midir bilmem, susmayı tercih etti. Bir diğeri lafa girdi.



-Öylesine bir şey işte. Unuttuk bile. Zorba kişiler değiliz biz.

-Onu kastetmemiştim. Her neyse.



Onları nasıl açığa çıkarabilirdim? Gizli saklı düşüncelerine nasıl erişebilirdim? Nasıl itirafa zorlayabilirdim? Pek bir şey saklıyor gibi durmuyorlardı. Göründüğü kadarlardı. Azlardı ama kendilerindeydiler. Vücutları ruhlarına bir cezaevi değildi. Kusurlarıyla çok fazla alakadar olup kendilerinden soğumayı tercih etmezler, yüzleşmekten kaçınırlardı. Bu halleri bile fazladır onlara bu dünya için. Onlar hakkımdaki düşüncemi onlara açıklayacak olsam, muhtemelen sarf ettiğim sözcüklerle aralarındaki devasa mesafe çok gülünç olurdu. Onlara uydum. Bu insanların ilgisini başka yöne çekmeye kalkışırsan çok hırçınlaşırlar. Tekdüzeliğe düşkünler.



Saatim dolmuştu. Bugün hiç olmadığı kadar sıkılmıştım. Masadakilerle selamlaşıp oradan uzaklaştım. Asansörü beklerken arkamdan geldiler. Benim merdivenleri kullanmamı ima eden bakışlara uyup merdivenlere yöneldim. Hepsi birden kahkahalara boğuldu. Benim de yüzümde istemsizce bir tebessüm oluştu. Aşağı indim. Bahçede benden çakmağı alan ''hisli'' arkadaşımı gördüm. Yanıma gelip çakmağı bana verdi ve yerine geçip beklemeye devam etti. Bir şeyler kaçırıyordum sanki ama o an için her şey çok zor geldi. Düşünmeye engel olamıyordum. Yavaşça bahçeden dışarı çıkıp binadan uzaklaştım.