Bizi çok korkuttular, öyle koparttılar ki ödümüzü bizden hiçbir şey olmaz sandık. İşsiz kaldık, bir baltaya sap olamadık, okumuşumuz bile yarı aydın oldu bizim. Sevdik günah oldu, sevmedik ayıp oldu, inandık akılsız inanmadık umutsuz olduk. Aramızda bir kaç iyi olma heveslisi işgüzar çıktı, kendi yüzsüzlüğümüzün hıncını alıp korkuttuk, sindirdik onları. Bir daha iyilik düşünemez oldular. Bizi çok korkuttular, biz her adımımızı düşünür olduk. Gencecik yaşlarımızda ölüm korkusu yerleştirdiler kalplerimize, açlık korkusu, sefillik korkusu. Gecelerimiz bile canavarlarla boğuşarak geçti rüya görmeyi unuttuk. Ağladık utandık, güldük utandık; oldurduk dedik olmadı. Taşralılığımıza sığamadık, büyük şehirde eğreti durduk. Kendimizle çeliştik, çevremizle çeliştik; yalnızlık gömleği bile bir beden büyük geldi. Sonra çok çalıştık, yarın aç kalırım korkusuyla daha çok ve daha çok çalıştık. Hiçbir iş yapmaz görünüp her işi yaptık, her işi yapar görünüp hiçbir şey yapmadık. Ama çok çalıştık, şikayet ettik utandık; etmedik kimse bizi görmedi. Bizi görmesini istediğimize şikayet etmeye dilimiz varmadı, görene şikayet ettik. Kendimizi doğru kişiye göstermeyi bile beceremedik. Sevmeyi denedik nasıl yapacağımızı bilemedik. Hiç sevilmeyiz sandık. Sevmekten korktuk.

Böylece yaşayıp gittik. Kendimize doğrular edindik. Öyle doğrulardı ki bunlar en ateşli tartışmalarda bağır çağır savunduk ama yalnız kalınca o kadar da doğru gelmediler her zaman.

Ve kavga ettik her zaman, çoğu zaman bir düşman bulamadık. Düşmanlar çok yüksektedir çünkü, kavramlardır düşman, soyutlardır ama insanlardır. Kavga etmekle bitmez onlar. Bizim kavgamız da kendimizle. Biz kimiz? Biz diye bir şey yok. Biz benim. Ben demek çok yalnız, çok güçsüz. Bana biz lazım. Ne var beni de iki kişi sayın. Biz korkarız ben olmaktan. Bizi çok korkuttular.