Balkonları severdik, havalar soğudu.

Pencere önünde bir kedi olduk.

Dokunduk, hissettik, sabahlar oldu.

Bitmesini istemediğimiz gecelerin

Mutlaka sabahları oldu.

O sabahların telaşları,

Seninle sabahları günaydın merasimi yapabilmek için

10 dakika arayla 30 farklı alarm kurmalarım.

Senin de her seferinde benden önce uyanmaların,

Beni uyandırmaları.

Komşular görmesin diye merdiven aralarında öpüşmelerimiz,

Sonra hiçbir şey yokmuş gibi,

“Hadi o zaman konuşuruz” demelerin.


Biz, senle aynı dili hep farklı şekilde konuştuk, ikimizin de anlamadığı, bir tek gölgelerin anladığı.

Boşluğunu ararken doluluğunu keşfettiğim adam,

Elektro gitarınla çalsana bana duygularını.

Bilirsin, hiç anlamam müzikten,

Ama sen çalarsan, ben anlam yüklerim.

Nasırlaşmış parmak uçlarının teydiği her tele,

O gitarından çıkan her sese,

Sen çal, ben dinlerim, arada sırada uyur, arada sırada karşına geçer, gülerim ama çok güzel anlamlar yüklerim.


Kokuna yüklediğim gibi,

Bir insanın kokusu nasıl bu kadar çabuk siner bir kadının üstüne?

Sana bile anlam yüklemeden kokunu anlamlandırdım ben.

Kokun, diyorum, bak,

Boynunla sakallarının arasına gizlenmiş kokun.

Dokunuyorum sana, terliyoruz.

Kokun dokuma siniyor.

Ben sana karışıyorum,

Yağmurun sesi yükseliyor.

Sen bana karışıyorsun.

Şimşekler çakıyor.


Ben sana karışırken, kokun tenime alışırken,

"Rock’n Roll," diyorsun bana, "Rock’n Roll".

Jim Morrison diyorsun, “The Doors."

"Gelemem senin gönül işlerine," der gibi.

Sen gelme, zaten ben gelmişim.

Bunu üstüne oturup bir dal, senle sigara içmişim.

Neyse sevgilim, çok konuştuğum gibi, çok uzattım da, ben bu şiiri kısa kesmek gerek artık.

Sana iyi Rock’n Roll'lar, bana gelmez o yollar."