Bir varmış bir yokmuş dört mevsimin de harikulade yaşandığı diyarlardan birinde masallara, sevgiye ve pembe renge inanan bir kız varmış. Kızımız ne kadar kendini diyardaki güzelliklerin büyüsüne adamaya çalışsa da onun da umutsuzluk içinde kıvrandığı anlar olurmuş. Böyle anlarındaysa genellikle yazmaya sığınırmış. Ne zaman duyguları içinde volkan olsa, lavlarını etrafa saçmak için kalemini kullanırmış. Kağıtlar ve kalemler en yakın arkadaşı olurmuş. İşte masalımız da böyle bir anda başlamış. Büyülü kağıtlar üzerlerine damlayan umutsuzluk dolu sularla uyanmışlar bir anda ve kızın sözlerine kulak kesilmeye koyulmuşlar. Küçük kızımız şöyle fısıldamış mis kokan kağıtlarına:
''--Bazen inandığım şeylerin gerçek olmama ihtimali geliyor aklıma. Kendi kurduğum oyunun içindeki bir oyuncudan mu ibaretim diye düşündüğüm zamanlar oluyor. Çoğu kişiye göre anlamsız gelen şeyler beni yaşama bağlayan iplerin ta kendisi.''
Kağıtlar biraz kafası karışık ama cesur kızımıza şöyle cevap vermişler:
''--Belki de hepimiz kendi kurduğumuz gerçeklerle dolu olan bir hayatı yaşıyoruz. Mesela bizim için dünyanın şekli düz. Bildiğimiz tatlar bir elin on parmağını geçmez.(Kurşun kalem, pastel boya, pilot kalem, yağlı boya...) Kimilerinin üzerlerine sivri bir şeyle bastırmak canını acıtır. Ama bu durum bizim canımızı acıtmaz. Aksine kendimizi bir işe yaramış hisseder ve seviniriz. Biz, bize yazılan kadar bilgi, sayı biliriz. Bize çizilen kadar şekil biliriz. Yanmak mesela bir çoğu için korkunçtur bu. Kimse kül olmak istemez. Bizim içinse amaç birinin ısınmasıysa hiç düşünmeden feda ederiz kendimizi. Bir amaç uğruna yanmanın şerefiyle tutuşuruz. Yani dememiz o ki küçük kız hepimizin dünyasının gerçekleri farklıdır. İyiyi kötüyü yorumlayış şeklimiz farklıdır. Hangi açıdan bakmak istersen hayata onu gerçeğin sayarsın. İşte orası senin doğrun olur, senin yolun olur.''