Hey hat! Yürüyoruz bir yolda yalpalaya yalpalaya. Akşam ettik yine. Mehtap pek sakince alıyor yerini. Gök tonlarını kat kat alıyor.


Arabaların niçin farlarını hep göze plakalarını ağza yoruyorum bilmiyorum. Ve ne zaman 2 ile 7'yi bir etmiş bir plaka görsem tebessüm ediyorum. Dokunasım geliyor arabaya. Pâye de nafile bu kazaya. -Kader ve kazanın kazası-


Bisiklet... Kocaman bir stadyum. Bakmak. Işık.


Yeni hazineleri heybeme alıp da geldim. -Güneş de epey bronzlaştırdı bizi. Bronz bir madalya verir gibi.- Eğer altın madalya istiyorsan güneşe gitmelisin. Güneşten istifade etmekle güneşte yanmak aynı mı? Güneş de bronz da birer metefor. Tıpkı hazine gömülmüş gibi. Bu hazineyi deşmek için biraz tahayyül lazım gelir.


Ne güzelsin ey Sevgili. Gül kokuyorsun. Gülsün. Güller -Küçük Prens'in Gülü de- senden alır güllüğünü.


Su kalmadı diyorlar şehirde. Lütfi Kırdar'a su... Sular kesilmese suyu, sevgili kesilmese sevgiliyi anlamaz ya insan, ondan. Bunun için O, maşuktan aşığı keser suların kesilmesi gibi. Ne zaman arıza giderilir o zaman bir olurlar suların gelmesi, ceyranların gitmesi gibi. Agâh olsun diye âşık, Sevgili; maşuğu keser bir ara sonra getirir. Musluktan su gelmesi gibi. Sonra ne zaman musluktan su alsam bu hikâyeciği anımsayacağım.


Kim ki o?


-23/08/23