Sol eli cebinde, gözleri yere bakar şekilde yürüyordu. Evinin olduğu sokağa geldiği zaman keskin bir dönüş yaptı. Bakkal Hayri, elinde soda şişesiyle her zaman kapıda bulundurduğu taburede oturuyordu.

Cemil, Bakkal Hayri’ye epey borcu olduğu için görünmeden geçmek istedi ama kundurasının çıkardığı sesten dolayı sağa dönen Bakkal Hayri, çok az gördüğü Cemil’i borçlarının ödemesini söylemek için selamını verdi.


“Gemilerin mi battı Cemil be! Ne hal böyle?”


Cemil, bakkalın niyetini o daha bakarken anlamıştı. Çoktandır hesabı kabarıktı. Paranın gözü kör olsun işte ay sonunu bile zor getiriyordu nasıl ödesin? Hoşuna mı gidiyordu bakkala, kasaba, ev sahibine borçlanmak? Yoktu işte! Kendisini hızlıca toparladı. Düşündüklerini hissettirmeden ama imalı bir şekilde,


“İyiyim be Hayri abi. Patron zam yapmadı yine. Konuştum ama nafile. Moral bozdu biraz. O kadar!”


Bakkal Hayri, bu zayıf, kara gözlü her zaman aynı gömlekleri giyip kollarını sıvayan adama niyetini anlar gibi baktı. Ellerini arkaya atarak emredici ama şefkatli bir şekilde,


“Bizim borçları da bir ara öde be Aslanım. Biz de üç çocuk büyütüyoruz. Elimize bakıyor çocuklar.”


“İnşallah abi, birkaç gün kaldı aylığa. Söz veriyorum maaşı alır almaz sendeyim.”


Yalan söylüyordu. Bakkal Hayri de bunu çok iyi anlamıştı. Yılların bakkalıydı sonuçta. Çaktırmadı. Tam bu sırada mahallenin tüm dul kadınlarına sarkıntılık yapan Kasap Necmi de konuşulanları, özellikle de Cemil’in sesini duyunca kapıya çıkmıştı. Fırsat bu fırsattı. Ya isteyecekti borcunu ya da en az bir ay daha avucunu yalardı. Her zamanki bıyık altı gülüşünü yaparak Cemil’in önüne dikildi.


“Cemilim, kara gözlüm, bak böyle olmuyor. Selamsız sabahsız habire geçip gidiyorsun. İnsan gelir bir selam verir sonra da löp löp götürdüğü etlerin borcunu öder.”


Bunları söyledikten sonra semtin ayırt etmeksizin tüm kadınlara yaptığı çapkın bakışıyla dalga geçer gibi baktı. Cemil ise kapana kısılmış bir fare gibiydi. Nakavt olmak üzere darbe alan boksörden farkı yoktu. Bakkala söylediği yalanı sürdürdü.


“Aylığı alır almaz sizdeyim. Hattacebimde bir kaç lira var isterseniz biraz ödeyeyim?”


Nereden uydurdum diye düşündü Cemil. Kahretsindi. İşte şimdi yandım, dedi kendi kendine.

Hiç zaman kaybetmeden bir önceki söylediğini unutturarak,


“Ay sonunda başka bir yerden de elime geçecek bir şeyler. Hepsini birlikte veririm isterseniz.”


Sodasını bitirmiş, elleri hala arkasında olan bakkalla, beyaz önlüğünü beline bağlamış olan kasap, göz göze geldi. İkisi de,


“Bekliyoruz Aslanım!”

“Zahmet olacak."


Cemil, aciz ve mahcup bir tavırla baş selamı vererek oradan hızlı bir şekilde uzaklaştı. O kısacık anda yerin dibine girmişti sanki. Koca adam olmasa şuracıkta ağlayacaktı. Nereden doğmuştu şu dünyaya. Her geçen ay biraz daha borç batağına giriyordu. Çöküyordu sanki.


Her zaman cebine koyduğu sol elini, alacaklılardan uzaklaşınca cebinden çıkardı. Sağlam bir küfür savurdu eksik parmaklarına. Hep bu yüzdendi. Kimsesiz olması yetmezmiş gibi bir de iş kazası sonucu parmaklarını kaybetmişti. O kaza gününden sonra da işler asla yoluna gitmez olmuştu. Hastane borçları, ilaç ücretleri derken esnafa borçlanmış, ev kirasını ödeyemez hale gelmişti.


‘Borç yiğidin kamçısıdır.’ derlerdi;

Cemil kamçıdan daha ağır darbeler hissediyordu vücudunda. Herhangi bir yerinde iz yoktu belki ama artık yüzü gülmez ve şu hayatta nefes alamaz olmuştu.