Merhaba günlük kardeşim. Bu boş beyaz sayfa beni hafiften korkutmuyor değil.
Ben, hayatımız boyunca arkadaşlarımız tarafından verilen anı defterlerine "Kalbin kadar temiz boş sayfayı bana ayırdığın için teşekkür ederim." yazan insanlardandım. Çünkü sayfa boş ve bir şeyler yazmamız lazım değil mi? Bol bol teşekkür cümleleri, aynı şeyleri tekrarlamalar...
Neden böyleydik acaba? Ben bu soruyu çok düşündüm ve hâlâ düşünürüm. Derslerde öğretmenimiz boş bir sayfa verirdi. Bizden de kompozisyon yazmamızı isterdi. İşte o an benim için korku dolu dakikalar başlardı. Ya ben ne yazabilirim ki? Komposizyon kelimesi bile beni korkutmaya yetiyor çünkü. Daha kelimeyi bile anlamamış, onu bile aşamamışım.
Şimdi bile yazarken TDK'ye girip baktım yanlış yazarım korkusuyla. Hani hatırlarsınız bir haber çıkmıştı. Birisi, bağlaç olan de'yi yanlış yazdı diye arkadaşını bıçaklamıştı. Benim de böyle bir arkadaşım var. Bıçaklama seviyesine geleceğini düşünmüyorum tabii. O haberden sonra ona bir şey yazacakken önce TDK'ye bakarım. Yine de hâlâ yanlış yazdığım tonlarca şey var.
Acaba yargılanma korkusu mu diyorum?Beğenilmeme, rezil olma düşüncesi mi? Ama o zamanlar zaten yazmanın özgürlüğe açılan bir kapı olduğunu bilmiyorum ki. Yazmanın ezberin dışına çıkmak olduğunu, üretmek olduğunu, içimizde harman kurup kelimeleri dışarı fırlattığını bilmiyorum. Her zaman, her an, yaz kış demeden, olmuş olmamış demeden hasat yapacağımı bilmiyorum. Yani bir şey yazacaksam çok harika, mükemmel olması lazım diye düşünüyorum. Öyle bir şey yazmalıyım ki öğretmenimiz '’Aferin, harika, mükemmel!” gibi kelimeler kullansın. Hâliyle yazamıyorum. Bence öğretmenimin de beni desteklemesi gerekirdi bu konularda. Ya da benim çevremde bir sıkıntı vardı. Ya da sorun bendeydi. Gerçi sorun zaten bende. Ya da öğretmenim beni destekliyordu ama ben belki de o beyaz sayfanın bana ait olduğunu, benim olduğunu anlamamıştım. Bugün ne kadar anlıyorum orası meçhul tabii. Öğretmenleri çok severim bu arada. Yanlış anlaşılma olmasın.
Bir de şöyle bir şey var. Sınıftan o boş sayfayı dolduranlara, bir şey yazanlara tuhaf bir gözle bakılıyordu. Sanki o kâğıdı doldurmak, yazmaya çalışmak, çabalamak dalga konusu bir şeydi. Biz kilitli defterlerin olduğu bir nesilde büyüdük sonuçta, değil mi? Birisi bir şey yazıyorsa onu okumak, izinsiz alıp sınıfta dolaştırmak, alay konusu etmek gibi anılarımız var bence. Herkes çok rahat konuşabilir, iyi konuşabilir, kötü konuşabilir, bağırabilir, istediği gibi konuşur. Ama birisi yazmaya başlayınca hemen ne duygulu, içe kapanık, sessiz gibi kelimeler sıralanırdı o kişinin ardından. Bu arada çocukluğuma çok fazla indim galiba, çıkamıyorum. Her şeyi yeni yeni öğreniyorum.
Bir de paragraf başı yapmayı unutuyorum. Yazdığım yazıları okuduktan sonra düşüncenin akışını bozan paragraf sorularını daha iyi anladım. Önce bunu öğrenmem gerek galiba. Daldan dala atlayarak yazmaya çalışırsam yazdıklarım bir gün okunabilir. Ama nerede? ÖSYM'ciğimin "Düşüncenin akışını bozan cümleler" sorularında, zaten benim akışımı bozuyor içimdeki cümleler. Başkaları da bu acıya katlansın istemem. Bir de bu devrik cümlelerin esiri olmuş gibiyim. Ah içimde top sektiren şair ceketli çocuk.
Şair ceketli çocuk mu? Ne biçim bir cümle bu böyle? Çay kokulu adam gibi oldu ama yavaş yavaş öğreneceğim artık.
Bir de yazımızın gelişmesi için her gün aynı saatlerde masabaşına oturup yazmamız lazımmış. Masabaşı konusunda henüz anlaşamadık ama deneyeceğim.
Yine günümü yazmaya niyetlenip oradan, buradan yazdığım bir şey daha. Bazen aklıma öyle güzel cümleler geliyor ki ben daha buraya yazmadan aklımda cümle kuruluyor, ögelerine ayrılıyor, oraya buraya dağılıyor. Kendi kendime aman efendim ne güzel cümleler kuruyorsun diyip iltifat etmeler gibi birtakım olaylar yaşanıyor. Sonra bir bakıyorum cümleyi çoktan uğurlamışım ve yine beyaz sayfayla baş başa kalmışım. Son olarak boş sayfalara artık eskiden olduğu gibi bakmıyorum. Saçma da olsa tuhaf da olsa bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Bakınız bu yazı bir örnek. Uzun süre sayfalara boş boş bakınca insanın içi dolabiliyor demek ki. Sayfanın o beyazlığı gözümüzü kamaştırıyor ve kör oluyoruz belki de. Bu yazmalarımız da yolumuzu bulma çabası bir ihtimal. Ben bu felsefemi de alıp gidiyorum. Güle güle.
Belkidedir
2020-11-11T21:47:24+03:00Galiba kompozisyon çoğumuz için kanayan bir yara. Bu güzel ve değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim Mutlu.
Mehmet
2020-11-03T14:07:12+03:00Ne demek. Burada hiçbirimiz yalnız değiliz.
Belkidedir
2020-11-03T09:56:16+03:00Tükenmez kalem tekniğini çok sevdim, en kısa zamanda deneyeceğim. :) Gerçekten de sebebi bir şey bilmiyor oluşumuz olabilir. Ama bunun farkına varmak bile güzel.
Bu arada değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim, insanın yalnız olmadığını bilmesi rahatlatıcı bir duygu.
Mehmet
2020-11-03T05:49:11+03:00Hepimiz yaşadık galiba bu "kompozisyon" sıkıntısını. Arkadaşımın şöyle bir taktiği vardı: Kompozisyonu tükenmez kalemle yazıp, arada da yanlış yazmış gibi karalama yapmak. Çok yazmış gibi gözüksün diye. Ben de sizin gibi aynı cümleleri döndürüp dururdum. Sonradan dönüp baktığımda bunun sebebi olarak hiçbir şey bilmiyor oluşumu düşündüm. Verilen konu hakkında hatta kelime hakkında bile bilgim yokken ne yazabilirdim? Çok güzel anlatmışsınız, keyifle okudum.