"Çekilince kalbimin suları,

Geriye senden başka ne kalır?"





—Merhaba.

—Merhaba. Beni buraya ne için çağırdın?

—Dinlemeye.

—Ne dinlemeye geldim buraya?

—Benim nasihatlerimi.

—Tamam, ama baştan anlaşalım, fazla nasihatlerini kendine saklayacaksın. Boşa lakırdı çekemem.

—O zaman başla, dinliyorum.

—Neye başlıyorum? Sen de bir alemsin. Hani sen nasihat edecektin ya, unuttun mu?

—Ben nasihat etmeyeceğim, sen konuşacaksın ve ben dinleyeceğim.


...


—Kimseye, hatta ailene bile güvenemediğin için çaresini bulamadığın yaraların var. Susma. Haykır hepsini. Bak, şurada mektuplar var. Hepsini senin okuman için yazdım.

—Mektuplar?

—Evet mektuplar. Onları okuduğunda biraz olsun derdine çare bulacaksın. Hatta belki de dermanı buldum diye sevineceksin.

—İşte yine başladık!

—Bari sadece kırmızı zarflı mektubu oku, senden başka dileğim olmayacak dersem okur musun?

—Olmaz, oluru yok. İmkansızı isteme benden.

—Fakat okursan bir miktarda olsa aklında kalacağım.

—Aklımda kalacaksın demek istedin herhalde.

—Senin acı çektiğini görmek beni üzüyor. Bak, ben de senin gibiydim ve sana tutundum. Bu hale geldiğinde benim gibi tutunduğun dalın kırılmasını istemiyorum.

—Nasıl ya? Sen bana tutundun ve dalın kırıldı, öyle mi? Güldürme beni.

—Öyle olma işte.

—Açık konuşmuyorsun.


...


—Boşa lakırdı çekemem demiştim. Ben gidiyorum.


Elinden hiçbir şey gelmediği için ağladı, ağladı. Mektuplar çalışma masasının üzerinde duruyordu. Tam yedi mektup. Her biri bir senenin özeti niteliğindeydi. Sonra masanın karşısına geçip oturdu. Aynayı eline alarak gözünden süzülen yaşları seyretti bir süre. "Sen kendine üzül, onun hayatında artık yoksun, neyin peşindesin? Kim olmak istiyorsun, seni istemediğini bildiğin halde dalga geçer gibi 'Mektupları oku, senin için yazdım.' diyorsun. Kim olduğunu sanıyorsun. O Ankara'da yeni hayatına sensiz devam ederken kendini ne sanıyorsun? Bu zamana kadar seni hiç istemedi ya."


Düşündü. Uzunca bir müddet düşünmüş olacak ki şiddetli kar yağışının fırtınaya dönüştüğünün farkına bile varamadı. Kendini düşündü. Onu bir zamanlar nasıl sevdiğini... Onun yerinde olsa ne olurdu diye kendini... Biri ona az önce söylediklerini söylese hoşuna gider miydi? Elbette hoşuna giderdi ama onun gibi davranıp anlamamak istemezdi, bunu çok iyi biliyordu. Sadece üstü kapalı sorular sorardı. Hatta kabul etmese de söylenenleri, yanında kalsın isterdi. Çünkü unutmak isterdi galiba. Hatırlamak öldürürdü o sözü. "Seni yanımda istemiyorum. Artık yoluna bak." Yalandan da olsa bu sözü duymamış gibi mi yapmalıydı? Şimdi tüm bu olanlardan sonra hayatı seviyor gibi davranmaya çalıştı. Oysa bunlar olmasaydı "hayatı seviyorum" olurdu cümlesi. Boşa lakırdı çekmeyi kabul edip gitmeseydi belki çok sonra, belki kendisi okurdu ona mektupları. Dinlemeyi kabul etseydi sadece.