Günün birinde, içinde görece ufak bir boşlukla, güzel mi güzel bir bebek gelmiş dünyaya. O kadar güzelmiş ki bir bakan bir daha bakarmış gözlerine. Bebeğin içindeki boşluktan haberi yokmuş kimsenin. 


Günler geçtikçe küçük kızla beraber boşluk da büyümüş, büyümüş, büyümüş... Küçük kız boşluğunun farkında değilmiş aslında ama bir huzursuzluk, bir tamamlanmamışlık varmış kendisinde, biliyormuş bunu. Günler günleri kovalarken o, yaşamıyor da savruluyor gibiymiş sanki. Rüzgarda savrulan kurumuş yaprakları bilirsiniz ya, iradeleri yoktur, rüzgarın canı nasıl isterse öyle hareket ederler. Öylesinedirler hani... Küçük kızın içindeki boşluk da o denli hafifleşmesine sebep oluyormuş ki benliği, duyguları, düşünceleri rüzgarın savurduğu önemsiz bir yapraktan farksızmış. Ne zaman yere konsa biri gelir üzerine basar, un ufak olurmuş. Kurumuş bir yaprağı kimse önemsemezmiş çünkü.


Ama dedim ya; küçük kız farkında değilmiş hiçbir şeyin. Ne boşluğunun kendisini hafifleştirdiği için havada oradan oraya uçuşup durduğunun ne de sadece kendisinin böyle hissettiğinin. Doğru hissettirmeyen bir şeylerin farkındaymış aslında ama göremiyormuş. Kim bilir, belki de görmek istemediğindendir.


Derken bir gün küçük kız, savrulmalara değil de, savrulmalarının sebebini hiç anlayamamış olmasına daha fazla dayanamayıp yüksek bir yerden bırakma kararı almış kendini. Sonsuzluğa karışmak istemiş. Zor olmamış bu kararı vermek, bir sebep aramış varoluşuna, aklına tek bir sebep bile gelmemiş. İçindeki sevginin de zamanla yok olduğunu hissediyormuş çünkü nice zamandır.


Kendisinden beklemediği bir cesaretle bırakıvermiş kendini... Ama o da ne, düşmemiş yere, düşememiş. Kaç defa denediyse de nafile, süzülüyormuş havada her denemesinde.


Küçük kızın içindeki boşluk o denli büyümüş ki o ana dek meğerse o kadar hakim olmuş ki küçük kıza, geriye bedeninden hiçbir şey kalmamış ki. Küçük kız, o güne dek içten içe o kadar azalmış ki kendini sonsuzluğa bırakmak istediğinde, yer çekiminin onu yere çekebileceği bir ağırlığı yokmuş artık. Varlıkla yokluk arasında sıkıştığını anlamış yere bir türlü inemediğinde, süzülmüş gökyüzünde usul usul, günlerce... Konamamış bu sefer bir türlü yere.


Küçük kızın bu halini duyanlar; üzülüyor gibi görünmüşler ama aslında hissettikleri tek şey acıma duygusunun yanında getirdiği rahatlama hissiymiş. Kendileri bir boşlukla doğmadıkları için şükretmişler, belli belirsiz içten içe huzurla dolmuşlar küçük kızı gördükçe.


İnanır mısınız, küçük kızın içindeki boşluk büyümeye devam etmiş durmadan. Küçük kız öylesine süzülmeye devam ederken havada, ne zaman tam anlamıyla bir hiçliğe dönüşeceğini düşünmüş hep. Günler günleri kovalamış, eksilmeye devam etmiş küçük kız. Bir gün gözyaşları da yere düşemez olmuş.


Tüm bunlar olurken onun aklında, hayatında başaramadığı birçok şeyin içinde, yok olmayı bile başaramamış olması varmış.


Sonsuza kadar süzülmüş göklerde yalnız başına. Sonsuz günlerin ardından bir gün kim olduğunu unutmuş. Çünkü boşluk ruhunu da almış. Oysa onun bedeni hala göklerde süzülmeye devam ediyormuş. Yerden gökyüzüne bakanlarsa, küçük kız bu duruma artık alıştı zannetmişler.