İnsanlığın yok oluşuna şahit olmuş bir zaman gezginisin. Asıllar senin için bir şey ifade etmiyor; sabır, varlığının bir parçası: büyük patlamayla, kızgın lavlar ve esen soğuk rüzgârların nefesiyle yaşam buldun. Daha bebekken bile kocaman bir şeydin. Meraklı, kibirli ve serttin; yıllara, zamana direndin. Ne rüzgârlara, ne yağmurlara, ne de metrelerce yığılmış karlara aman verdin. Yaşam senin için önemliydi, tüm hayatın yalnızlık içinde sürse bile sonunu görmek istiyorsun. Yıldızların ölümüne şahit olmak, sancılı doğumunun yarattığı mucizenin sönmesini izlemek istiyorsun. Tek dileğin bu, fazlasında gözün yok.


Kocamandın, ufalandın, ezildin, yalnız kaldın, diğerleri her zaman sessizliklerini korudu, aralarından bazıları cesurca senin seçtiğin yola gönül verdi ama pes ettiler. Yalnızlık ve sabır ağır geldi onlara. Ama sen inatçısın. Bir hedefin var, bazen şüpheye yenik düşsen de ufukta neyi görmek istediğini çok iyi biliyorsun. Bazıları senin bu cabanı saçma bir kibir olarak gördüler, güldüler. Bazıları şaşkınlığını gizleyemeden sana hayran oldu, bir peygamber gibi yükseldi gölgen üzerlerinde, yolunu izleyip terk ettiler seni bir kâfir gibi. Bazıları ise öfkeliydi bu tutumuna. Öfkeleri alaya sonra ise şiddete saptı. Zor günlerdi senin için. Soğuk dondurucu karlar altında kaldın yıllarca. Gökyüzünü özledin o zamanlar; mavinin tonlarını, melankolik bulutları… Karlar eridi, yağmurlar başladı. Dünya griye dönmüştü o vakit. Dağları çıplak bırakan bir yağmur fırtınasıydı sana düşman kesilen. Etrafın çamur içinde kaldı, biriken sular yığıldı. Göler oldu, denizle yükselip okyanusun derinliğine gömdü seni. Daha öfkeli olanlar ise sinir krizine girdi, yer yerinden oynadı, dağlar parçalanıp seni yuttu derinliklerine. Karanlıkta kaldın.


Ama işte buradasın, tüm düşmanlarını arkada bırakmış, mavi gökyüzünü izliyorsun. Artık o kadar da büyük değilsin. Gölgen ağaçları örtmüyor, bir zamanlar bulutlara yükselen eteklerin çimenlere dokunuyor. Zaman içinde değiştin, her şey değişti.


Biri, zamana güvenme demişti. “Zaman senin düşmanın. Zehrine dikkat et.” Ama sen ona hiçbir zaman inanmamıştın. Şimdi de inanmıyorsun. Zaman her zaman senin dostun oldu. Sırtını ona yaslayıp olacakları izlemek sana güven veriyor. Zaman içinde merakını kaybetmedin, hala bekliyorsun. Bekliyorsun.


Bir parktasın. Çimenliğe saplanmış günün tadını çıkarıyorsun. Etrafında yeşil ağaçlar, güneşin vurduğu yerlerden yükselen renk cümbüşleri içinde kimsenin umurunda olmadan dolanan böcekleri izliyorsun. Bir sincap ağzındaki ganimetlerle ağaca tırmanıyor, yuvasına yollanıyor.


İşte yine kadrajına giriyorlar. Her gün aynı zaman diliminde şahit olduğun olayı izlemek seni heyecanlandırıyor. Senelerdir her gün yaşanacak bu olayın içinde olmak seni değerli hissettiriyor, bir çift robot yavaş adımlarla yürüyerek geliyor. Beyaz metal vücutları güneşin altında parlıyor, paslanmış eklemleri kızıla çalıyor. Meleksi bir izlenim bırakıyor sana. Sarılıyorlar birbirlerine, insanlar gibi öpüşmeye çalışıyorlar ama ağızlarının olmaması taklitten öteye gitmiyor. Üzülüyorsun. Her gün gördüğün ve göreceğin o üzücü olayı izliyorsun, tartışıyorlar, dişi insan görünümüne sahip olan hararetli bir şekilde el kol hareketleri yapıyor, metalik sesi yükseliyor, tıpkı insan gibi. Bu olay seni sarsıyor her zamanki gibi. Gerçi bu durumlarda gözlemlediğin kadarıyla insanların gözlerinden yaş akardı. Robotlarda gözyaşı yok. Onlar ağlamıyor. Bunu biliyorsun ama yine de insanları taklit eden bu robotların gözyaşları olsa nasıl olurdu diye düşünmeden edemiyorsun, metal yeşil gözlerinden hidrolik yağ akabilir, daha gerçekçi olurdu. Bunu düşünüyorsun.


Dişi olan bir şeyler söylemeye devam ediyor; senelerce, insanların yok olduğundan beri aynı görüntüyü bozuk bir plak gibi görsen de hiçbir zaman ne konuştuklarını bilemiyorsun. Uzaksın. Söylenenler her zaman sana uzak kalacak. Sonsuz bir döngü kalan bu robotların vesilesiyle, gerçek olan o insan çiftinin hikâyesini hiçbir zaman bilemeyeceksin. Hepsi bir zaman dilimde yaşanmış paslı bir anıdan ibaret. Ortada başı boş gezen robotların devrelerini yakmamak için tutunduğu insanların anılarından ibaret tüm gördükleri.


Koca bir anı mezarlığı metallerin aracılığıyla yaşanmaya devam ediyor. Bu izlemek açı verici. Gözyaşının olmasını diliyorsun.


Dişi olan gidiyor, erkek olan dikiliyor, zaman aralarında sessizliğe müsaade ediyor ve aynı yoldan gelen iki robot farklı yollara sapıp gözden kayboluyor.


İlk insanı düşünüyorsun. Nasıl da ilkelerdi. Konuşmaktan yoksun, vahşi ve asık suratlıydı. Kıllı ve meraklı. Bir insanı ilk defa dere kenarında gördün. Güneşin tadını çıkarıyordun. Maymuna bezeyen birisi dibinde belirince şaşırdın, ilk defa insan görüyordun. Maymun olmadığını anladığında şaşkınlığın meraka döndü, elinde bir değnek tutuyordu, onu kaldırıp havada bekletirken olacakları izliyordun. Gözleri suyun altında bir şeye kitlenmiş bekliyordu. Ve değnek indi. Su etrafa sıçradı. Sevinç çığlığı ve değneğin uçunda ölü bir balık gördün. Ne olduğunu bilmediğin bu kıllı vahşi şey, balığı o anda kılçıklarına kadar yiyip parçaladı. Sonra hiç beklemediğin bir şey oldu. Çalılıkların arasından diğerine benzeyen başka bir vahşi atıldı. Elinde taş vardı. Büyüktü. Havaya kalkıp inmesi bir olmuştu. Daha yeni sevinç çığlığı atıp yakaladığı balığı yiyen vahşi, açı çığlığı atıyordu; kafasına üst üste taş darbesi yiyor, burnundan verdiği nefese kan karışıyordu. Derenin kenarı kana bulandı. Onların dövüşünü izliyordun, ölüme şahit oluyordun. Dikkatini çekmişlerdi. Daha önce böyle bir türle hiç karşılaşmadın. Tuhaf, korkutucu bir yanları vardı; hissetmiştin. Son görüşün de olmamıştı.


Sonra zamanla birlikte insanların doğuşuna, yükselişine ve batışına şahit oldun. Mamut avlayan insandan tarla eken insanları gördün. Koca ateşler yakıp tanrılarına dua eden insanları, birbirlerini kılıçtan geçirip ardından ağlayan yaşlı insanlarına şahit oldun. Konuştukları dillerini ve doğalarını anlamaya çalıştın, dilleri hep değişiyordu. Canlıydı. Doğaları da öyle. Sevgi, nefreti ve aşklarını izlediğin zamanlar daha eğlenceliydi. Savaştıkları zaman da öyle.


İnsanlar çoğalmıştı. Fazlasıyla çoğalmıştı. Bulutlara dokunan evleri, güneşi gölgeleyen uçakları vardı. Hepsine şahitlik ettin, insanlığın doğaya karşı açtığı savaşta kazandığını izledin kaybettiğini bilerek.


Robotlar çıktı ortaya, metal ve parlak olanlarından... İnsanların yanında çolak yürüyen o tuhaf şeyler... Bayağı bir ilgini çekmişti çünkü hiçbir gelişimine şahit olmadan fırlatılmıştı hayata. Bir sabah insanlara benzeyen metal yığınları görmek şaşırtmıştı seni.


Sonra savaş, kıtlık, doğal afetler ve insanlığın yok oluşu... Geriye sadece robotlar ve insanlığın yok olmaya yüz tutmuş kırıntıları kaldı.


İşte buradasın, koca bir zaman dilimine şahitlik etmiş küçük bir taş parçasısın. Çentikler açılmış her yerinde. Yıpranmış ve yosun tutmuşsun. Kimsenin umurunda değilsin. Varlığın sadece bir detaydan ibaret. Kimsenin orada öylece etrafı izlediğinden haberi yok.


Âşık robotlar gibi aynı döngüyü bekler olmuşsun. Onlar bir acıyı varlıkları son bulana kadar yaşamaya mahkûmken sen bekliyorsun; yarınları, haftaları ve yüzlerce yılları… Hayalin hala canlı, o kadar zamana rağmen. Üstünde varlığını sürdürdüğün gezegenin yok oluşunu izlemek, yıldızının öldüğünü görmek istiyorsun. Bu an çok kısa olsa bile istiyorsun bunu.


İnatçısın. Toz parçası kadar ufalansan da bir hedefin var.


Sen bir taşsın, fazla bir şey değil.


Bir tek arzu ile yaşıyorsun.


Sen bir taşsın, yarını büyük bir heyecanla bekliyorsun, o iki aşık robotu…