Boşlukta uyandım. Kimse yok, şey de. Sadece zihnimde belli belirsiz sözcükler, nereden geldiklerini bilmiyorum. Şiddetli bir şey hissetmiyorum, yalnız eski hayatımda şiddetli bir şeyler hissettiğimi anımsıyorum. Gözlerimi kırptım, sağa sola döndüm. Karanlık desem değil, aydınlık desem hiç değil çünkü ışığın etkisini hatırlıyorum. Şiddetli bir ışık böyle gözükmez, mutlaka gözlerimi kamaştırır, göz yuvalarımda bir bası yaratır. O zaman karanlıktayım. Evet, bu şekilde akıl yürüteceğim. Bu değilse o zaman şu. Madem öyle değil o zaman böyle. “Aksi ispat edilene kadar böyle.” İşte küçük bir ipucu eski hayatımdan, bu sözü bir yerlerde kullanırdık. Neydi benim alanım? Kendimi saygın hissettiğim bir yerdeydim sanki veya hissetmek istediğim. Yine akıl yürüteyim o zaman; kendimi saygın hissetmek istediğim bir yerdeysem demek ki yeterince saygı duyulmayan biriydim. Yok eğer saygın hissediyorsam, o zaman da oldukça saygın biriydim. Olmadı, böyle olmayacak başka bir yol lazım. Eski hayatımda anket sorularını olabildiğince uç yanıtlarla cevaplamak gerekiyordu, ortalama bir puandan kaçınarak. 1’den 5’e kadar puanlasam, 3’ten kaçınmaya çalışarak. Belki böylece net sonuçlara yaklaşırım.

Tek bir handikapı var: Eğer yanılırsam çok yanılmış olacağım. Şöyle de bir avantajı var; eğer haklıysam, kendi hakkımda doğru bir şey hatırladıysam, o zaman da zihnimin oldukça işlevsel olduğunu kanıtlayacağım. Belki hatırladıkça kendime gelirim, etraf görünür olmaya başlar. Kim bilir belki hissetmeye başlarım. Başlamak. Buradan başlayacağım. Farz edelim ki yeniden doğmuşum, evet bu benim doğum günüm. Bu benim başlangıcım. O zaman ilk büyük sorum: Ben kimim?