Bir kolunu motorunun arkasında bulunan kocaman kutuya koymuş, sigarasını tüttüren T'nin yanına yanaştı adam.

T, düşünceliydi. Bir yerlere dikmişti gözlerini. Ş'nin orada olduğunu bile fark edemeyecek kadar düşünceliydi. Bir taraftan sorgular surat ifadesi, diğer taraftan da sigarasını çekmekten başka bir uğraşı yokmuş gibi bir ciddiyeti vardı.

Babacan bir tonlamayla sordu Ş;

"Ne düşünüyorsun kara kara?"

T'nin bir yere baktığını fark etmedi bile.

T, kendisine pek yakın duran Ş'ye döndü ve sigarasından bir duman daha koydu. Buz gibi havaya karıştı sigarasının dumanı, yarı sıcak nefesinin buharı yarısı da sigaranın karbondioksiti uzaklaşıyorken onlardan yavaş yavaş,

"Şurası ne kadar da gereksiz bir yer. Yer israfı. Daha güzel değerlendirilebilirdi." Dedi T.

"Neresi?" Diye sordu Ş. Bir taraftan dikkatsiz bakışlar atıyordu T'nin bakmakta olduğu yere.

Dikkatsiz bakışları fark eden T, olayı oyuna dökerek uzattı biraz.

"Şurası işte!"

"Hani neresi?"

"Şurada duruyor işte. Dört tane minaresi var"

"Haaaa! Camiyi mi diyorsun?"

"Evet. Çok gereksiz bir yapı. Ne işe yarar ki?"

Ş, arkasını dönüp giderken cevapladı T'yi;

"Dini inancı yüksek olanlar için çok önemli bir yer"

T, fazla uzaklaşmasını göze alamadı Ş'nin ve bütün karizmasını unutup, can hıraş konuşmasını sürdürdü.

"Bence tamamen gereksiz. İbadet evde de edilir. " Sesi heyecandan titredi bir an.

"Yer israfından başka birşey değil. Dini inancın yüksekliğiyle hiç alakası yok buranın."

Biraz nefes alıp verdi ve nefes alışverişini kontrol ederek arkasına bir göz attı. Ş hâlâ oradaysa, durup onu dinlediyse, konuşmasına kaldığı yerden devam edecekti. Arkasını dönüp giden Ş'nin yüzünü kendisine doğru dönmüş ve onu dinliyor olduğunu görünce rahatladı. Tekrar ses tonunu bir tık kalınlaştırarak sürdürdü konuşmasını.

"Heee! Bana dersen burası, inancı yüksek kimselerin sosyalleşmek için kullandığı mabedi. Ona varım işte. Hani gelirler, burada ibadetlerini ederler. Daha sonra birbirleriyle kaynaşırlar. Günlük sıkıntılarını çözerler. Büyük sıkıntılar içerisinde bulunanlara yardımcı olurlar. Bu civardaki en değerli yapı olurdu burası o zaman."

Tekrar Ş'ye bir göz attı. Hâlâ dinliyor olmasını arzuluyordu.

Ş, kıkırdayarak ekledi T'nin söylediklerine;

"Ehe ehe! Tabii ya belki de ibadetini eden, çıktıktan sonra sapık düşüncelerini icrata dökmeye gidebilsin diyedir orası."

"Heh! İşte ben de tam olarak bundan söz ediyorum. Nasıl olabilir ya? Sen yanında omzuna değen omzun sahibini tanımıyorsun. Aynı Allah'a dakikalarca beraber secde ediyorsunuz. Hiç umurunda değil o ibadethanede kimin ne sıkıntısı var? Kim neyi kaybetmiş? Kim ne için ibadet ediyor? Tek umursadığın şey, sen secdeye vardığında cüzdanın düştü mü? Ya da biri çalar mı onu? Ayakkabıları sağlam yere koydun mu? Çıkışta kalabalığa kalmadan nasıl çıkarsın? Hep cuma'dan çıkanlara bakmışımdır. Geldikleri gibi gitmiyorlar. Büyük bir beladan kaçar gibi, hızlıca uzaklaşıyorlar camiden. Sence neden kaçıyorlar?"

Ş, yine kıkırdadı.

"Tövbe ettikleri sapıklıkların yenisini yapmaya koşuyor olabilirler mi?"

T'nin düşünceli ciddi yüzü birden dağıldı, yerini munzur bir gülme aldı.

"Af dilemiş olmanın rahatlaması da affedilmiş olmak kadar gaflete delalettir diyorsun?"

T kendini beğenmiş bir dudak bükümüyle camiye bakmaya döndü. Çok okkalı bir laf ettiğini düşünmeye başladı. Bir daha aynı cümleyi kuramayacak olmanın üzüntüsü bir an gelip geçti. Yerini kaygıya bıraktı. Ş'nin onu tek seferde anlamış olmasını dileyerek, Ş'ye bir göz attı.

Ş, arkasını dönmüş gidiyordu.

T, götürmek üzere aldığı paketi, koyduğu yerden aldı. Motorunun kutusuna yerleştirdi. Ş'ye bir daha baktı ama göremedi. "Duydu mu acaba son cümleyi?" dedi içinden.

"Nasıl da kibirleniyor insan?" diye düşündü. "Başkalarının kötü yönlerini çekiştirirken."

Son bir kez ışık israfından parıl parıl parlayan camiye baktı. Düşünceli yüzü üzgündü artık.

"İnsanların birbirlerini tanımak istemediğine değiniyorsun, eh... be... T sen dahil, insanlar kendilerini ne kadar tanıyorlar ki?"

Ş'nin arkasından bir kez daha baktı.

Motorunu çalıştırırken, sanki Ş onu dinliyormuş gibi, konuşmasını toparladı;

"Belki de insanlar kendilerinden kaçıyorlardır. Kendilerine dair ne varsa orada bırakıyorlardır. Belki de ibadethane onlar için bu yüzden bu kadar önemli bir yerdir."