Çığlıklarını duyabiliyorum ve kahkahalarını; hepsini, hala hemen yanı başımdalarmış gibi duyabiliyorum. Koşturmalarını duyabiliyorum. Saçlarının küçük başının ardında dalgalanmasını; sarı saçların tel tel döküldüğünde bile görünmemesini hala anlayabilmiş değilim. Bir insan nasıl bu kadar zarif, güçsüz ve mükemmel olabilir. Olabilirdi... Artık hiçbir şey olamaz. Kahkahaları, çığlıkları içinde boğularak boşluğa sürüklendi gitti. Hepsi gitti. Hepsi bunun sonları olacağını bilerek gittiler.


Ben neden kaldım? Kendi kendime burada ölümü beklerken sürekli sorduğum bu soru. Asla cevabını bulamadığım bir soru. Belki de vakitlerine değmezdim. Esir almazlar. Eğlenceli ölümler dışında hiçbir şeyden zevk almazlar. Ölürken atılan çığlıklar onlar için bizim kahkahalarımız. Durduramadık. Hem zaten... Ne önemi var ki şimdi? Bu koltukta oturmuş dışarıdaki derin boşluğa bakıyorum ve tek gördüğüm yıldızlar arasındaki uzaklık. Her şey öyle, öyle uzak ki. Uzansam dokunacağım yıldızlar arasındaki sonsuz boşluğun ufacık bir parçasıyım. Öyle ufağım ki öldürülmeye bile değmem. Tanrının kendisi bile beni öldürmekle uğraşmaz muhtemelen. Kendim yapmalıyım. Kahkahaları tekrar duymamak için ve çığlıkları. Derin uzaydaki mükemmel sessizliğe gömülmeli bedenim. O ufak bedenlerin yanına. Belki bu sefer o sarı saçları okşayabilirim.


Arkamda artık yakıt izi değil cesetler var. Cesetler. Dostlarım. Henüz birkaç ay önce tanıştığım bu insanlar. Bu aile. Şimdi yok olmuş ve unutulacak bir aile. Bunca hayat, bunca zaman boşuna mı yaşandı şimdi? Geriye hiçbir şey kalmasın diye? Her şey bu sonsuz boşlukta salınıp gitsin diye? Kendime itirazım yok. Ama ya diğerleri? Ya hala atılamamış kahkahaları olan o küçük sarı saçlar? Annesine sarılmış son anında bile... Anlamam gerek. Zaten bilemem ama biraz olsun anlasam nedenini. Ya bir neden yoksa. Ya yalnızca olan şeylerin olmuşluğunun anlamsızlığında bir boşluktaysa bu gemi.


Tek başımayım ve çok sessiz ama yine de çığlıklar ve kahkahalar. Ne ileri ne geri giden bu gemi. Benimle, benim gibi boşlukta salınan bu boş demir parçası. Bırakıp gitmek gelmiyor içimden, gemiye olabilecekleri düşününce ama içinde olanları da düşününce bu tuşa basmak, yapılması gereken tek şey gibi. Tek bir tuşa basacağım ve bu geminin içindeki her şey boşluğa çekilecek. Bütün anılar, kahkahalar, hep birlikte yenen yemekler, yapılan bütün kötü şakalar; koşuşturmalar, heyecanla beklenen gelecek, yaşanamamış hayatlar ve tabii sonra yaşananlarla beraber tek ve somut bir şey: ölüm. Her şeyin ölümü, herkesin ve herkesle beraber bu geminin. Geminin ruhunun ölümü.

Bütün yaşananların ve yaşanamamışların yok oluşu için tek tuş. Artık kalmamış hayatın devam etmesinin mantıksızlığı kaplıyor gövdemi. Daha fazla kaçamam. Sonsuzluğa götürebilirim belki herkesi. Bu ruhu. Biraz olsun huzur arayan bedenlere verebileceğim tek şey sessizlik. Sessizlik her şeyi yutuyor sonunda ve sonuçta.