Yürüyordum. Birbiri ardına sıraladığım adımlarımın ağırlığını hissetmeden ayaklarım boşlukta süzülüyormuş gibi ilerliyordum caddelerde. Kalabalıkların arasından geçen bedenim kuş gibi hafif, ip gibi inceydi; insanlardan sıyrılıyor, yığınların arasına girdikçe seslerden uzaklaşıyordum. Kulaklarımda yalnız bir uğultu vardı; bir uğultu, bir ses, zamanını yitirmiş zihnime değen bir nefes. “Daha dündü,” diye fısıldayan bir kişi, gözümü alan bir ziya: Beni anla.


Güneşin tenime dokunup geçen ince ışığı, aydınlığı. Ilıklığı hissetmiyordum. Sımsıkı kapattığım avuçlarımda bir boşluk vardı, bulmayı beklediğim yumuşak bir sızı parmaklarımın arasından sızıp yerlere dökülüyordu. Ayaklarım nereye bastığını bilmeden, ayaklarım hangi sızının üzerinden geçip gittiğini bilmeden yürüyordu. Ellerim sımsıkı yumruktu, avuçlarımda yarım daireler. Gözlerimi kapattığımda görüyordum renkler karmaşasını. Olağanca rengin ardında yıkık dökük, rengi solmuş, yalnız penceremi. Ağaçlara bakan manzarası kendini boşluğa bırakmıştı, mermerlerin önüne dizilmiş çiçekler gitmiş, yalnız ahşap kenarları dökülmeye başlamış pencere kalmıştı. Soluk perdesi, saati alınmış, boş kalmış ve oyulmuş duvara bırakılan pencere. Gözlerimi sımsıkı yumduğumda görüyordum, bir zaman eşyalarla dopdolu olan odamın artık bir boşluktan ibaret olduğunu. Ayaklarım caddelerden sıyrılıyor, odamın içinde adımlıyordum. Kulağımda bir ses, “Daha dündü,” diye fısıldıyordu, duyuyordum ve biliyordum, daha dündü, bu odadaydım. Tenimde balkondan gelen ılık meltemi, ince dokunuşları hissederek yazıyordum defterime: Beni duy.


Duy beni, daha dündü, beraberdik. Okuduğumuz şiirleri beraber karalıyorduk, ilk gözyaşımı sana dökmüştüm, daha dündü, anneme küsmüştük, dündü. Dündü, gülmüştük. Kalem elimi acıtıyor diye bir kenara fırlatmıştım, yazdığım şiir yarım kalmıştı. Ama ben hep dönüp dolaşıp o kalemi elime en baştan almıştım. Harflerim, kelimelerim, cümlelerim ve benliğim inci gibi, tane tane dizilmişti sayfalarında. Kayboldun boşlukta ama dur, beni anla. Satır aralarında kendimi bulduğum kitaplarla dolu kütüphanem şu dolabın kenarında dimdikti. Şimdi yitip gitti boşlukta. Görüyordum gözlerimi kapattığımda. Biliyordum, bir zaman -ne zaman diye sormayacağım- penceremin önü renkli çiçeklerle doluydu. Turuncu olanın dalları kahverengiye çalmaya başlamış, beni korkutmuştu. Kuruyordu. Beyaz menekşelerim yapraklarını dikmiş güneşi karşılıyordu, canlıydı. Ellerim yapraklarında, çiçeklerinde geziyor, gözlerim dalıp gidiyordu. Dündü, bahçeli bir evimiz vardı. İki bahçesinin ikisi de renkli çiçeklerle doluydu, boşluk odamda kalmıştı. Sabahları her seferinde çiçeklere dokunuyorum diye beni azarlayan kadına yakalanmadan bahçeye fırlıyor, renkli çiçekleri seviyordum ellerimde bir titreyişle ve yüzümde kocaman bir gülümseme. Hissediyordum, mutluluk vardı. Beni gizle. 

 

Bahçeli evimizde sevdiğim bir bahçıvan vardı, babam yaşındaydı. Daha dündü, oyun oynamak için dışarı çağrılmış, çiçeklerle konuşan bahçıvanı izlemek uğruna balkonda kalmıştım. Yaşım yediydi. Perdelerin ardına saklanmıştım, görmesindi beni. Dündü, her sabah bahçıvanın peşine takılmaya, gizli gizli parmak uçlarımda onu takip etmeye başlamıştım. O, çocuklarla konuştukça ben cesaretsizliğimden arkada kalmıştım. Biliyordum, sevgi vardı. Ama ben yoktum. Göğsümün altında atan boşluktu. Ellerim duaya kalkıyordu, bilsin beni, benim sevdiğim gibi sevsin beni ama gözlerini kapatsın, görmesin hiçbir yerimi. Dündü, bir çığlık gibi anılmıştı adım. Penceremin önünde bükülmüştü adımlarım. Kırılmıştım. Sekizime yarım kalmıştı, ellerim duaya kalkmıştı. Annemin gözleri kör. Ardından sessizce yürüdüğüm, sevgi aradığım sen. Beni gör.

 

Gör beni ve ardında bırakma. Arkada kaldıkça boşlukla büyüyorum. Boşlukla ve boşlukta. Doğduysam yitip gideyim diye değil. Kollarım artık mor değil, gözlerim eşyaları görmekten aciz. Tut beni ve aç gözlerimi. En sevdiğim oyuncağım kırıldı diye ağlayacak değilim. Bu ben değilim dedikçe dündeyim, aynı yerdeyim. Biliyorum, tam da “Ben değilim!” dediğim kimseyim. 


Gözlerimi sımsıkı kapattığımda görüyorum renk cümbüşlerini, geçmişi ve şimdiyi. Artık sormuyorum, neden kimse anlamıyor beni? Bir isyan, bir haykırış yok içimde. Gözlerimi kaldırıyorum başka gözlere bakmak için, kulağıma sesler çarpıyor. Bir nefes, anlamsız ve katı. Masum, cılız bir ses, uzattığı ellerinin yok hiç tutunacak bir tarafı. Ellerim boşlukta, yere indiriyorum bakışlarımı. Geçen saniyeler hiç geçmemiş oluyor, hiç kaldırmadım kafamı ve görmedi bakışlarım hiçbir gözü. Sanki hiç bakmadım, sesler kulağıma hiç değmedi. Çünkü hiçbir şey değişmedi. Kalbimde ne umut ne hüzün peyda olmadı. Ben de gülmedim zaten. Dudaklarım bükülmedi.


Gözlerimi kapattığımda görüyorum boşluğu, bomboş bir odada tek başına kalmış pencereyi. Ellerim sımsıkı örtülü, pencerenin yanına çöküyorum. Bunca hissetmediğim sızıyı göğsümün atışında buluyorum. Ellerim sımsıkı kenetli birbirine, bir kaldırsam görünür nasıl bir boşluk büyüyor avuçlarımda. Artık kimseye demiyorum: “Beni anla!” Göstermiyorum ellerimi, avuçlarımda tırnak izlerim. Bir caddedeyim. Yürüyorum. Birbiri ardına sıraladığım adımlarımın ağırlığını hissetmeden ayaklarım boşlukta süzülüyormuş gibi ilerliyorum. Kalabalıkların arasından geçen bedenim kuş gibi hafif, ip gibi ince; insanlardan sıyrılıyor, yığınların arasına girdikçe seslerden uzaklaşıyorum. Kulaklarımda yalnız bir uğultu, bir ses, tanıdık bir nefes. Ellerimi kulaklarıma götürüyorum, fısıltıları duymuyorum. Odamdayım. Dün kenara fırlattığım kalemim ellerimde, defterimin son sayfasına yazıyorum.


Duy beni ve beni anla

Sorma bana, sen kimsin diye

Sorularla boğuştum ömrümce, sen

Bir tek bak bana

Bak bana ve beni gizle

Yorgunum, göğsümde boşluklar büyüyor

Adımlarım gizlice takip ediyor sevgileri, bahçıvanın izlerini

Hiçbir el değmiyor saçlarıma, sorma bana

Kim bıraktı avuçlarıma bu izleri

Bilme bu kelimeler niye dizilir

Bilme kaç gece mırıldandım sessizce, kaç kıpırtı döküldü dudaklarımdan

Kimdi dualarımda kol gezen, kimdi görmeyen, bilme

 

Duy beni ve beni anla

İsmim bir fısıltı gibi dökülsün dudaklarından

Yorgunum, kulaklarımda çığlıklar büyüyor

Sen merak etme, benimdi o kırılan kabuk 

Bendim sessizce kaçan çocuk, ürkektim

Bütün cesaretimi kollarım morardıkça tükettim. 

Bilme, en sevdiğin oyuncak hangisiydi diye düşünme

Sen duy beni, bu çığlıklar benim değil

Bu ben değilim dediğim yerdeyim, oyuncaklarım kırıldıysa ağlayacak değilim

Gör beni, bir bir siliniyor görüntüler gözlerimden

Tut beni ve aç gözlerimi

Yorgunum, boşluklarımdan çığlıklar yükseliyor.

 

Duy beni ve beni anla

Tutunduğum hayat kayıp gitti ellerimden, çiçeklerim kesildi

Bıraktım peşini, kalktım kırık dökük

Sen gör beni, boşluklar bensiz büyüsün

Hayat sırtımda yükseliyor, kocaman bir yük

Tut beni, değil mi ki sevgi bütün boşluklardan büyük

Duy beni ve beni anla, ürkekliğimle gör beni

Bırakma.