Zihnimde eşyanın tüm formlarını konuşturdum, önce mutfaktaki dolaplara bakakaldım. Nasıl, dedim içimden; nasıl bu kadar sakin durabiliyorlar? Sakinliği bir tarafa bırakıyorum, nʼolur dinleyin beni, uzatmayacağım. Bana bakan reçel kavanozu bile tepkisizdi, anlamıyorsunuz. Kim anlamıyordu, kime anlatmaya gücüm yetmiyordu, bunu da bilmiyorum. Neyi kabullenemiyorum aslında biliyor musunuz, ben bu mutfakta şarkılar söyleyerek de kahve demledim, nasıl olur da şimdi kahve kavanozu ağıdımı duymuyor da her şey normalmiş gibi davranıyordu? Tamam, tamam, benim abartmalarım, hiç konuşur muydu doğrama tahtası diyeceksiniz. Yok uzlaşamayacağız zaten, kesin tiz kahkahalarınızı. Henüz duyulmamışsa eşyanın yağma sesi, henüz saatin yelkovan tekrarı huzursuz etmiyorsa bedeni yavan sözcüklere de ihtiyaç duyulmamış demektir. Zihnimde kocaman bir oyuk; sonsuz karıncanın yuvası biliyorum. Kımıl kımıl işleyen, bir an bile durmayan milyonlarca karınca. Kemirdiklerini hissedebiliyorum, canım hiç yanmıyor, hiç acıtmıyor bedenimi. Anʼın yok edilmezliğiyle savaşan koca bir orduya sahibim. Korkulacak hiçbir şey kalmayana kadar kemirecekler biliyorum. Dünün karabasanı hakim tüm oyuklarda, derinlere kadar inmesini iyi biliyorlar. Tek bir kırıntı kalmayacak zihnimde, o zaman reçel kavanozunu açıp kaşıklayabilirim ancak.