Boyayalım abiler, boyayalım! Boyayalım, boyayalım, boyayalım... Abiler... Abla! Ay, Allah aşkına artık boya da kurtulalım Nurancığım! Bir saattir fısır fısır boyayalım da boyayalım! Efendim, Rabia Hanımcığım, anlayamadım. Üf, boya, diyorum canım! Ne boyuyorsun bir saattir? Ay, hiç farkında değilim, inanır mısın, kahkahalar, kahkahalar, kahkahalar... Başka bir arzunuz var mıydı, efendim? Nuran Hanım’ın kahkahası tekliyor. Ne yapayım ama şu boyacı çocuğu atamıyorum kafamdan. Birer çay daha alırız, değil mi? Nagihan Hanım başıyla onaylıyor. Altı çift göz garsona gülümsüyor. Yıldırım hızı. Garson çayları bırakıp uzaklaşıyor. Ne yakışıklı çocuk, değil mi? Rabia Hanım tekrar soruyor. Canım, anlatsana şu boya işini. Kim bu boyacı çocuk? Sorma, Rabiacığım, galiba farkında olmadan başıma bir bela aldım. Kahkahalar, kahkahalar, kahkahalar... Ayol, bu nasıl bir belaymış ki kahkaha atarak anlatmaya başlıyorsun? Nagihan Hanım ekliyor. Değil mi ama? Boyayalım abiler, boyayalım! Boyayalım, boyayalım, boyayalım... Ne güzel de ünlüyor kerata! Hangi kerata? Ay, durun canım siz de! Hanginize cevap vereceğimi şaşırdım. Gülümsüyor. Kafamı karıştırdınız. İyi de Nuran Hanımcığım, cevap vermedin ki! Ay, onun da farkına varamamışım! Kahkahalar, kahkahalar kahkahalar... Birkaç ay önce bir şeyler yazıyorum demiştim ya hani? E? E? E’si, aslında aklımda yazmaya değer gördüğüm bir şey yoktu. Sağ olsun, Tekinciğim yeni bir bilgisayar almış –paketi biraz kırışık- beni affet Nuran, diye de bir not iliştirmiş, vallahi de billahi de bütün orospulara tövbe ettim filan yazmış ama pek inanmadım. Hediyeyi elime tutuşturur tutuşturmaz -gönlüm el vermese de- istemediğimi söyleyiverdim. Nagihan Hanım şaşırıyor. Hediyeyi mi, Tekin Bey’i mi Nurancığım? Ay, kim takar hediyeyi, elbette Tekin’den bahsediyorum! Ne zaman doğru anlaşılacağım ben: Ühühühüh. Abartma Nurancığım! Sen de ne deli deli şeyler soruyorsun Nagihan! Devam et anacığım, dinliyoruz biz seni. Nuran Hanım, burnunu çekiyor. Ah, kızlar özür dilerim, galiba devam edemeyeceğim... Bütün üzüntüler yüreğime oturuverdi sanki. Rabia Hanım, teskin etmeye çalışıyor. Aman canım, ne var üzülecek? Nagihan Hanım’a anlamsız bir bakış bırakıyor. Biz yanındayız. Hem sen de artık bir yazar sayılırsın. Bir yazar ne yapar böyle bir durumda? Ühühühüh... Ne yaparmış? Ah, canım arkadaşım, elbette yeni bir paragraf açar, her şeye yeniden başlar! Sahi mi? Burnunu çekiyor.

Ah, ne diyordum? Tekin’i istemedim, diyordun canım. Teşekkür ederim Rabiacığım. Biliyor musunuz kızlar, yan masadakilere acımaya başladım. O nedenmiş? Eğer kulak kesilmişlerse hangimizin ne söylediğini anlamakta güçlük çekmişlerdir. Kahkahalar, kahkahalar, kahkahalar... Üstelik tasvir edilemeyecek bir açıdalar. Halbuki beni az buçuk tanısalar dudakları benimkinden daha dolgun diye Nagihan’a gıcık olduğumu anlayabilir ve onu mümkün olduğunca az konuşturacağımı tahmin edebilirlerdi. Alkış. Yaşa, abla! Boyayalım! Abla! Aman, dur çocuğum, zaten ortalık karışık! Neyse işte Tekinciğim -bakmayın öyle söylediğime, ağız alışkanlığı- öyle mahsun mahsun durup istersem bana düşünmem için müsaade edebileceğini söyleyince bilgisayarı, orospulardan birine vermesin diye, kabul ettim. Düşünebiliyor musunuz kızlar, kabul etmesem bu kırışık süslü hediye paketi kim bilir kime gidecekti hem de küçücük bir dokunuşla! Nagihan Hanım’ın kafası yeniden karışıyor. Anlayamadım Nurancığım. Rabia Hanım endişeleniyor. Nasıl bir dokunuş mesela? Boyayayım mı, abla? Aman zevzekliği bırak, boyanacak yeri mi kalmış zillinin? Çok basit Nagihancığım, paketin üzerine kimin ismini yazarsa geriye kalanlar orospu listesine dahil oluyor. Kahkahalar, kahkahalar, kahkahalar... Anlamadım ya neyse... Aman, boş ver. Zaten katıldığım atölyede de yeterince anlaşılamadım. Neymiş, tekinsiz, demek istemişmişim! Ayol sen bunca zaman Tekin’i bekle, Tekinsiz gecelerde buz gibi yatağında kıvran, kimse bu Tekinli orospulara hesap sormasın... Derin bir nefes alıp burnunu çekiyor. Ah, çok yalnızım Rabiacığım çok... Üzülme anacığım, zaten ne zaman kalabalıklaştık ki... Şimdi çıkar sünepenin biri, ne diyor bu yellozlar, konuşma çizgileri bile yok, diye çevirir başını... Nereden öğrendin kız bu lafları? Ama ne de doğru söyledin... Öyle... Yalnızız. Yazarken de beklerken de... Allah belanı versin, Tekin! Nagihan Hanım, lafa karışıyor. Doğrusu, ben bu şifreli sohbetten hiçbir şey anlamadım kızlar. Boyayalım! Çekil şuradan çocuğum, zaten kızın kafası karışık. İyi de ben ne zaman boyayacağım, abla? Ay, nereden sardım seni de başıma! Bak, Nagihan Hanımcığım. Ben öyle senin istediğin gibi düşünüp konuşamam. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi varsa her kadının da... Aman, ille de saçmasapan şeyler söyletirsin!

Tekin Bey, ikide bir parmaklarıyla dokunmaya çalışıyor. Rahat dur, Tekin! Ama sen de bir dokundurmuyorsun hayatım! Dokunacaksın da ne olacak? Al, bak, ben dokunuyorum da ne oluyor? Canım senin dokunmanla benim dokunmam bir mi? Neden, ne farkı varmış senin dokunuşlarının? Fark mı? Kahkahalar, kahkahalar, kahkahalar... Müsaade et ve farkı gör güzelim! Ay, ne iğrenç kahkahalar... Nuran yellozundan kaptığın o kadar belli ki! Tabii Nuran’ın yanında duran ya huyundan ya üslubundan... Ne alakası var yahu? Kendine gel Tekin! Burada soruları ben sorarım! Sanki bir bok soruyorsun da... Şey... Ühühühüh. Öyle demek istememiştim, affedersin... Bal gibi de “bok” demek istemiştin! Ühühühüh. Bok gibi cümleler kuruyorum senin yüzünden! Ağlamalarım bile Nuran’ınkine dönüştü. Canım, lütfen... Bir müsaade etsen keşke... Al o zaman, al, al, al, senin olsun! Bakalım dokunuşun nasıl bir fark yaratacak? Tekin Bey, parmaklarını klavyeye uzatıyor:

Şimdilik adı gizli bu şirin hanımefendinin neresine dokunmak lazım geldiğini kestirmek güç. Ama en kısa zamanda münasip bir yerine dokunacağımdan kimsenin şüphesi olmasın. Hanımefendi Tekin’i bölüyor. Nuran’a yaranmak için adımı yazmıyorsun ama ben yutmam Tekin! Ne alakası var canım, biraz meraklandırmak istedim sadece. Her ne kadar ona iyi bir bilgisayar hediye edip yazılarına katkıda bulunacağımı söylesem de onun bu emelini çabuçak gerçekleştirmeyeceğim. Evvela şuna açıklık getireyim. Nuran’ın “orospu” diye nitelendirdiği pek çok hanımefendiye gücüm yettiğince yardımcı olmaya çalıştım. Bu vesileyle de bin türlü kipe bulandım. Fakat yüksünemez, vazgeçemez, bu kadar çabuk yılamaz ve sonunda berbat cümleler kurmaya devam edemezdim. Zira onlara yardımcı olma arzumun “Tekinli orospular”dan öte hatta ondan daha ulvî sebepleri vardı. Bu sebeplerden ilkini ise siz “Değerli Okurlar”ın canım anlam arayışları oluşturuyordu. Sahi, ne bekliyordunuz? Daha doğrusu ne istiyorsunuz?Belki “daha doğrusu” olmadı ama sevgili hanımefendiyi hemen buraya yatırıp becermemi mi? Yoksa parmaklarımı gerçekten onun münasip bir yerine... Utanmayın! Haydi, söyleyin! Söyleyin, ulan! Çıldırtmayın adamı! Tekin! Tekin, sakin ol, ne yazıyorsun öyle! Size diyorum, cevap versenize ulan! Tamam, bırak! Bırak şu klavyeyi! Ühühühüh... Yazamadım Nagihan! Karalamakaralamakaralama. Hişş, ne yapıyorsun? Şey, hanımefendi, demek istedi de klavyesi sürçtü... Yazamadım, yazamadım, yazamadım... Aptal aptal cümleler kurdum yine, ah, ühühühüh, ne bir merak duygusu aşılayabildim ne atmosfer yaratabildim; bütün anlatıcıların, acıklı öykülerin ve bilumum romantiklerin tabakalarına zarar verdim, onlara zehir soluttum Nagihan... Tamam, tamam... Sakin ol, sakin ol, Tekin... Geçti, geçti bir tanem. Sileriz şimdi hepsini; yeni, yepyeni bir sayfa açarız, lütfen ağlama... 

Boyamak istiyorum abla, boyacı! Canım, acelen ne? Elbet boyayacaksın. E, boyattın mı peki Nuran Hanımcığım? Bu boya işleri öyle aceleye gelmez Rabiacığım. Rabia Hanım donuk bir tebessüm gösteriyor. Peki peki, anlatacağım ama ne acelen var kuzum? Acil servis miyim ben? İşin aslı, bu boyacı çocuk da Tekin’in başının altından çıktı. O da neden, tutturdu klavyene dokunacağım diye. Önce biraz naza çektim tabii, liseli yazarlar gibi klavyeye öyle hemen dokundurmak olmaz. Neme lazım, aklından “Ne kadar da kolay dokundum!” gibi saçmasapan düşünceler geçirmesin. E? Nuran Hanım kaşlarını çatıyor. Boyayayım mı abla? Çekil şuradan! Boyana moyana ihtiyacım yok şu an. Abla... Ühühühüh. Zırlama be! Sen de işlevsiz “E”lerinle hikayeme karışmazsan sevinirim Nagihancığım. Getir cümlenin devamını kız Rabia! Değil mi ya, al benden de o kadar! Ağzını boyayayım mı, abla? Üf, ne boyası çocuğum? Böylesinin ağzını öpmek gerekir. Hay, ağzını öpeyim Rabiacığım! Ne de güzel söyledin! Kız, bana bak! Yoksa sen gizli gizli bir şeyler yazma antrenmanı yapıyorsun da benden mi saklıyorsun? Bak, eğer öyleyse “imdat” diye çığlık atar, bir ömür küs olurum. Ühühühüh. Saçmalama Nuran Hanımcığım, hiç öyle şey olur mu? Bir şeyler yazsam, inan, ilk senin haberin olurdu. Burnunu çekiyor. Öyle mi diyorsun? Öyle diyorum ya... Haydi, sen anlat kuzum, bozma moralini. Peki, canım. Ay, az kalsın “anlatıyorum” yerine “boyuyorum” diyecektim. Kahkahalar, kahkahalar, kahkahalar...

           Bu boyacı çocuk hikayesi sana çok yakışacak Nagihancığım. İki de bir adımı anmasan olmaz, değil mi? Hani okur, adımı hikayenin sonunda öğrenecekti de oraya kadar meraktan çatır çatır çatlayarak okuyacaktı? Canım, sen de amma yaptın. Ne istiyorsun zavallılardan? Soru soramazsın Tekin, bunu konuşmuştuk! Burada soruları ancak ben sorarım! Hani söz vermiştin? Bak, yavrum, canımın içi... Nagihan Hanım burnunu çekiyor. Sakın, sakın ühüleyeyim deme! Üç beş cümlede bir eften püften sebepler için gönlünü mü alacağım yahu! Hem de bir yığın gereksiz “canım”lar, “ühü”lerle doldurduk sayfayı. Ben olsam okumam vallahi! O zaman ne diye “Antrenman olur, aklına geleni yaz.” diyorsun Tekin! Çünkü cümlelerin soruyla ünlem dışına çıkabilecek parıltılar göstermekten uzak Nagihancığım! Belki bu vesileyle, kazara da olsa, eli yüzü düzgün bir şey yazabilirsin. Biliyor musun, çok kötüsün! Bunlar benim henüz ilk cümlelerim. Biraz anlayışlı olmanı beklerdim ama sözlerin dikenli bir tel gibi... Kalbimi kanattın. Ühühühüh. Bak, yine ühülüyorsun. Halbuki beni dinlesen, şu boyacı çocuğa bir şans versen... Belki de her şey...

           Yazmaya devam etmeli, hikayeme kimsenin burnunu sokmasına izin vermemeliydim Rabiacığım. Ama olmadı. Yapamadım. Buna engel olamadım. Burnunu çekiyor. Hayat böyle bir şey zaten kuzum. Bunda senin bir suçun yok ki... Hem nesi varmış hikayenin? Mis gibi! Ah, o kadar iyi ve maharetlisin ki... Daha bir paragrafını bile okumadan hikayemin iyi olduğunu anladın. Ama iyi de hangimiz hikayemizin kötü olduğuna inanırız ki canım Rabia? Kafam öyle karışık ki... Baksana, ağzım “ki”lerle dolmuş da başka bir şey söylemeye mecalim kalmamış gibi konuşmaya başladım. Kusur görenindir, derler Nuran Hanımcığım. O “ki”lerin benim dünyama bir zararı yok. Hatta hepsini, her birini acılarının bir tezahürü bile sayabilirim. Nuran Hanım şüpheyle bakıyor. “Tezahür”ü nereden öğrendin kız? Bak antrenman filan yapıyorsan vallahi billahi... Ay, başlama yine! Takvim yaprağında dinî bir hikayeden öğrenmiştim, hepsi o kadar. Rabia Hanım endişeli görünüyor. Doğru kullanabildim mi bari? Elleriyle yüzünü kapatıyor. Bakışlar Nagihan Hanım’a yöneliyor. Boyayayım mı abla? Kelime, cümlenize uygun düştü Rabia Hanımcığım. Boyacı, gel çocuğum buraya! Geleyim, geleyim abla da... Hanginize? Bana yavrucuğum, bana, Nuran ablana. Geldim, abla, boyayayım mı? Kuzum sen başka laf bilmez misin? Bilmem... Senin de bizden aşağı kalır yanın yok maşallah! Gerçekten bilmiyor musun yoksa bilip bilmediğinden emin mi değilsin, anlayamadım. Aman, neyse! Bak gördün mü yellozu, nasıl da cümle tahlil ediyor. Gördüm abla! Ay, çok şükür, farklı bir laf aldık ağzından. Sağ ol abla! Neden sustun Nuran Hanımcığım? Ha? Ay, ne bileyim... Tezahür, deyince aklım öyle bir yerlere gidiverdi işte. İnanmayacaksın Rabiacığım belki ama bu salak sepelek dalmalarımı da ders diye öğretiyorlardı atölyede. Nasıl yani? Bilmem, elli küsur yaşından sonra defalarca “Anlamadım, efendim, bir daha anlatır mısınız?” demek ağrıma gideceği için anlamış gibi yapmak zorunda kaldım. Aslında sorun şu, ne olduğunu biliyorum ama ne zaman, nerede, ne kadar kullanacağımı kestiremiyorum. Bilmem, anlatabildim mi? Anlatayım mı abla! Aman, sen nereden bileceksin! Otur, oturduğun yerde!

           Boyacı, kalabalık kahvelerden birindeydi artık. Fırçasını sandığına vurarak ritim tutuyor, önünden geçtiği masalardan ayakkabı boyamak için müsaade istiyordu. Nagihan, canım... Karışmayayım, diyorum ama müsaade istemek de olmadı sanki. O nedenmiş? Boyacıysa ille de kaba saba bir çocuk mu olmalı, diyorsun? Hayır öyle demek istemiyorum. Yani ne bileyim, hiç olmazsa basitçe sorsun. Müsaade isteyince masaya dördüncü olmak ister gibi bir durum çıkıyor ortaya. Ben, bir okur gözüyle baktığımda öyle anlıyor ve hiç inandırıcı bulmuyorum açıkçası. Kusura bakma Tekinciğim, varoş veletlerin üslubunu takınarak cemiyetteki nahif duruşumu bozamam! Ayrıca kendi sesimi bulmamla ilgili bir ton laf edip beni ühülettikten sonra bu eleştiride bulunman çelişki sayılmaz mı? Canım, ne alakası var? Boyacı, dediğin boyacı gibi konuşmalı. Hayır, efendim, kusura bakma! Benim boyacım; cemiyetime uygun, kibar bir boyacı olacak. İlk masadan cevep beklerken öndeki masalardan bir beyefendinin sesini işitti. Geliyorum, beyefendi! Tekin Bey sinirleniyor. Ne beyefendisi yahu! Kahvehanede miyiz yoksa beş yıldızlı otelde mi? Altı üstü on lira üzerinden pazarlıkla ayakkabısını boyatmaya çalışacak bir herife böyle mi cevap verecek? Evet, öyle cevap verecek! Asla müsaade etmem! Boyacının da bir şerefi var canım! Boyacımın senin ve toplumun ona yükleyeceği acınası şerefe ihtiyacı yok Tekinciğim. Hem boyacı benim değil mi, istediğimi söyletirim! Bakıyorum da boyacı fikrinin bana ait olduğunu çabuk unutuyorsun Nagihan. “Boyacı” demek parlak bir fikirse unutmadım elbette! Ne yani “Geliyorum, beyefendi!” demesi daha mı parlak? Oldu olacak mekanı da “Meksika” olarak belirleyelim! Neden olmasın Tekinciğim? Meksika’da boyacı olamaz mı? Olur tabii. Hatta okur da navigasyona “Meksika Merkez Camii” yazarsa belki boyacıyla karşılaşma ihtmali bulur. Biliyor musun, boyacı fikrin bana uğradığı için şanslı olmalı. Kahkahalar, kahkahalar, kahkahalar... Güleyim bari! Galiba sen tepemde dururken yazmaya devam edemeyeceğim!

           Ah, ah, Rabiacığım, ah... İstersen boyayayım abla! Ay, bu çocuk beni öldürecek! Canım, sen de bir şeyler söylesene, “Yine ne oldu Nuran Hanımcığım?” diye şaşırsana! Ne diyeyim Nuran Hanımcığım, anlamaya çalışırken ne söyleyeceğimi bilemez hale geliyorum. Ah, ne kadar haklısın Rabiacığım... Sana da ayrı üzülüyorum ama ne yapayım tıkanacak, boğulacak gibi oluyorum. Yan masadakilerin de umurunda mı sanki! Habire şaşırıp dursunlar. Bu kadıncağız neden kaldığı yerden devam edemiyor da oradan oraya atlıyor, diye burun kırıştırıp dursunlar... Şu Nagihan heykelinin de susması yok mu... Canım, beni ne karıştırıyorsun Nuran Hanımcığım, bir zararım mı var sanki! Sus kız, ağzını yüzünü boyattırmayayım şimdi! Geleyim mi abla! Aman sen de dünden razısın zaten! İyi misin Nurancığım? Nuran Hanım uyanıyor. Ah... Kafam çok karışık Rabiacığım... Reçelli ekmeğimi ne zaman düşürsem reçelli kısmı yere yapışmış gibi çaresiz hissediyorum. Canım o nasıl benzetme! Gülümsüyor. Ne bileyim, Tekin’den bulaştı herhalde. Derin bir soluk alıyor. Onun böyle garip benzetmeleri, fikirleri vardır. İnanmayacaksınız belki ama boyacımı zor kurtardım fikrinden. Nagihan Hanım söze karışıyor. Boyacının mı yoksa Tekin Bey’in fikrinden mi Nuran Hanımcığım? Ay, bir de sen gelme üzerime Nagihancığım! Sohbetin gelişiminden anla işte, Dil Kurumu başkanı mıyım ben? Rabia Hanım mahcubiyet duyuyor. Aman, bakma sen ona Nuran Hanımcığım... Ama nasıl bakmayayım, baksana neler soruyor. Boş ver sen ona Nuran Hanımcığım, bu bakmalar hiçbirimize yakışmıyor. Ühühühüh. Hemen de sulugöz! Üf, sizin yanınızda da hiçbir şey yapılmıyor. Alt tarafı Tekin’in boyacıdan örümcek adam yaratmayı düşündüğünü söyleyecektim. Ay, o neymiş öyle! Şöyle Rabiacığım, güya bizim boyacı siftah yapamadığı bir gün yerde bir örümcek fark edecek. Ayak altında ezilmesin diye de onu alıp korunaklı bir yere bırakacak. E? E? E’si, işte, bu örümcek de garibim boyacımı ısıracak... Ne, ısıracak mı? İkisi birden: Ühühühüh! Hemen zırlamayın canım; ısıracak ama bu, sanıldığı gibi kötü bir sonuç doğurmayacak... Mış... Nasıl yani? Canikom, yok mu şu film? ... Heh, işte o çocuk gibi oradan oraya atlayabilecek miymiş ne, öyle bir şey. Ama garibim boyacımın fukaralığında bir değişiklik olmayacakmış. Fakir diye adamakıllı bir kostum yerine ibretiâlem için çizgili, yırtık pırtık bir pijamayla dolaşacakmış. Zaten siftah da yaptırmamıştı abla! Ühühühüh. Sen karışma çocuğum, zaten acılarım uzun...

           Örümcek bölümünde tıkandım galiba Tekin. Tekin Bey, göğsünü gururla kabartıyor. Demek bana ihtiyacın olduğunu kabulleniyorsun artık. Hayır, sadece bu kadar aptalca bir fikri neden kabul ettiğimi anlayamadığım için sinirden zihnim durdu! Güya fantastik bir şeyler yazacaktım. Ühühühüh. Canım, anlattığım gibi yazsana işte mis gibi fantastik ögeler içeriyor. Nagihan Hanım, gözlerini deviriyor. Gecekondudan atlayan pijamalı örümcek boyacı... Epey fantastik... Elbette fantastik hem de özgün! Aman, git Allah aşkına! Zihnim bu kadar yorgun olmasa fikrine tenezzül etmezdim de... Vay, öyle mi olduk şimdi de? Nagihan Hanım başını ellerinin arasına alıyor. Anlamıyorsun Tekin, anlamıyorsun... Artık üretemiyorum. Bilgisayarı hediye ettiğin gün bir şeyler yazabileceğime, senin de beni gerçekten anlayıp ufkumu açabileceğine o kadar inanmıştım ki... Burnunu çekiyor. Ama olmuyor. Bir türlü kafamı toparlayamıyorum. Küçücük bir fantastik öge bile düşünemiyorum. Öyle ki rüyalarım bile sıradanlaşmaya başladı. Ühühühüh. Aklımdan uçmasın diye uyanır uyanmaz rüyalarımı, konuşur konuşmaz insanların sözlerini kaydetmeye başlıyorum. Ama... Burnunu çekiyor. Birini dinleteyim mi? Tekin Bey, kollarını göğsünde birleştiriyor. E, dinlet bakalım. Bilgisayardan “Sesteşlerim” dosyasına tıklıyor. 21. kayıt:

DOSTLUK

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde iki çocuk varmış. Çocuklardan biri olan Ali, çok yalnızmış. Ali, çocuklardan ikinci olan Ahmet’e sormuş. Ahmet, ben de seninle oynayabilir miyim? Ahmet, koluyla burnunu silip, hayır, demiş. Ali çok üzülmüş ve oradan uzaklaşmış. Beş dakika sonra burnu tekrar akınca Ahmet hatasını anlamış ve Ali’yi çağırmaya koşmuş. Ali, bu çağrıya çok sevinmiş. Birlikte oynayıp zıpladıkça Ahmet Ali’yi, Ali de Ahmet’i sevmeye hatta çok sevmeye başlamış, başlamışlar, baş... Aman, neyse yazarken düzgün ifade ederim. Sonra ne olmuştu? Bir düşüneyim... Heh! Ahmet’in annesi Nagihan Hanım, Ali’yi çok sevmiş. Ali’nin annesi Nuran Hanım da... Immm... Hangisini sevmişti? Neyse, çok sevmiş. Bunu allayıp pullarsam güzel bir dostluk öyküsü çıkar niyetiyle kaydettiğim, kayıtlara geçsin.

Bir müddet bakışıyorlar. Bu kadar yavan bir rüya gördüğün için ne kadar üzüldüm, bilemezsin Nagihancığım. A, bu kadarı da fazla ama Tekin! Doğal bir kurgu oluşturacağız diye farklı bir isimle de olsa beni bu kadar aşağılamana izin veremem! Bu kayıtları yazıya dökerken ayrıca üzüldüğümün farkına varmıyor musun hiç? Canım, baştan demedik mi her şey doğal dursun, bu sebeple ben biraz da odun adamı oynamaya çalışayım diye? Dedik demesine de... E? E’si sözlerini ciddiye almamak için mücadele etmek zorunda kaldığımı itiraf etmem gerek. Yok, hayır! Göz göre göre buna müsaade edemem Tekin! Üstelik özgün filan da durmuyor! O ne demek şimdi? Şu demek Tekinciğim, son birkaç günde bu boyacı çocuk hikayesini yazmaya çalışan birkaç yazara daha rastladım. Ay, bir de ilk defa duyuyormuşum gibi salakça tepkiler vermeye çalıştım, inanamıyorum kendime! Kim bilir daha kaç yellozun klavyesine bu boyacı dümeniyle dokunmaya çalıştın! Ühühühüh. İstemiyorum artık, al hediyeni de git buradan! Senden ne bilgisayar ne hikaye ne de beni takdir etmeni istiyorum... Kendine gel Nagihan, kurgunun dışına çıkıyorsun! Tamam, hamleni beğendim ama... Böyle devam edemeyiz. Etmeyelim zaten! Bana iki de bir, Nagihan, demeyi de bırak! Nagihan’la ilgili fantezilerini benim üzerimde denemene, canın her istediğinde klavyeme dokunmana izin vermeyeceğim artık, anlıyor musun, izin vermeyeceğim! Benim kafam karıştı Tekin Bey, ne diyeceğim şimdi burada? Anlatıcının da kafası karışır mıymış canım, ilk defa böyle bir şey başıma geliyor. Siz görevinizi yapın Sayın Anlatıcı! Sizi alakadar eden bir durum yok ortada! İyi, peki bakalım, öyle olsun, ne de olsa görev kutsaldır. Tekin Bey, sinirleniyor. Hanımefendi ile ilgili olarak kafam karıştığı için, hanımefendi, diye hitap edebiliyorum ancak. Hanımefendi burnunu çekip ühüleyerek kapıyı çarpıyor. Tekin Bey, arkasından koşuyor. Dur, nereye gidiyorsun? Hey, Rab... Aman! Nagihan!

Ah, kızlar, ah... Hediye paketinin kırışık olmasından anlamalıydım aslında ama iş işten geçmiş ola... Ühühühüh. Boyayayım abla! Dur, evladım, dur, boyayan boyacağını boyamış zaten. Derdim bana yeter. Burnunu çekiyor. Şimdi esas bombayı patlatmanın zamanı geldi kızlar. Sandalyenin altından bilgisayar çantasına uzanıyor. Rabia Hanım, lavaboya gitmek üzere müsaade istiyor. Git anacım, git. Çabuk gel ama! Nagihan Hanım öylece seyretmekten sıkılıyor. Sıkıldın, değil mi Nagihancığım? Sıkılmak değil de Nurancığım, bir türlü anlayamadım meselenin nereye gittiğini, gideceğini, gitmiş miydi? Nuran Hanım gülümsüyor. Anlarsın, anacığım, anlarsın. Sen gördüğüm son orospu olduğunu mu zannediyorsun! A, A! O nasıl söz öyle Nuran Hanımcığım... Sus da dinle! Bilgisayarı açıyor. Dosyalar arasından “Sesteşlerim”i tıklıyor. Kayıt 72’ye... Ühühühüh... Tıklamayın Nuran Hanım, inanın beni de oyuna getirdi Tekin Bey! Benim bir suçum, günahım yok... Demek benim hikayemi çalıp elin oropusularının klavyesine dokunsun diye Tekin’e yardım ve yataklık edersin ha, öyle mi! Ulan ben seni bir daha bu mecrada barındırır mıyım, şimdiki zaman kılıklı puşt! Anlatıcılığın hangi kitabında yazar böyle adilik? Metinlerarasılıkta bile bu kadar haysiyetsizlik yaşanmamıştır! Boyacı! Buyur abla! Boyatayım mı ulan şimdi seni ibretiâlem için? Lütfen Nuran Hanım, ben ettim siz etmeyin, affedin, bir büyüklük gösterin... Boyayayım mı abla! Dur ulan velet sen de! Tam işe yarayacağın sırada acelen tuttu yine! Saçını başını yolmak istiyorsun ama Rabia’nın gidişi, o gidiş Nagihancığım. Bugüne bugün Nuran olduysak boş yere olmadık! Daktiolada yazdık, güzelim kurgularımız kaybolmasın diye müsveddeleri kullandık, yetmedi, aklımızda tuttuk da bu ne idüğü belirsiz bilgisayarlara oramızı buramızı kaydettirip silmeyi unutmadık evvelallah! Sonra Tekin hıyarı gibi malına düşkün olup da başka başka aşüftelere alınmış hediyeleri allayıp pullayıp yeni hikayelerin yatırım aracı olarak kullanmadık! Şimdi anlıyor musun üzüntümün kaynağını Nagihancığım... Ah, ne kadar bedbahtım... E, kanar mısın sen de bu Tekin düzenbazına! Böyle ortalık malı gibi kullanılırsın! Bak, işte şaşırtıcı bir son uğruna merak unsuruyla beraber yok olup gittin, değdi mi? Ama yok, yetmez! Yetmemeli ki aklın başına daha iyi gelsin. Yetmiyormuş gibi anlatıcıyı da ayartmışlar, yer miyim ulan ben! Abla vallahi... Sus ulan, başlatma ablanın şarap çanağından! Aylarca acılar içinde kıvrandım da şu minicik boyacıma bir ayakkabı boyatamadım; hiç mi acımadınız emeğime, hayallerime... Ne istediniz tertemiz kurgularımdan... Ühühühüh... Ne olur, üzülme, abla... Gerekirse bir ömür boyamam ama ne olur, üzülme... Nasıl üzülmem evladım... Baksana burnumu çektiğimi söylemesi için bile güvenebileceğim kimsem kalmadı... Ay, ne kadar da acıklıyım... Kaç yavrum sen de kurtul benden, bedbahtlığımdan... Bu gidişle hiçbir kurguda boyayamayacaksın. Seni azad ediyorum! Ama abla... Sus, karşılık verme! Ablaya karşılık verilmez! Haydi al sandığını da def ol, git gözümün önünden! Biraz daha kalırsan kimsenin bir bok anlamayacağı upuzun bir hikaye olabiliriz ancak. Ah, ne kadar çaresizim... Haydi ulan, anlatıcıysan bir işe yara sen de kalkalım artık! Ah... Peki Nuran Hanım... Gerçekten çok ama çok özür dilerim... Nuran Hanım burnunu çekiyor. Boyacı, sandığına davranıp ağır adımlarla uzaklaşıyor. Birkaç metre ötede durup Nuran Hanım’a minnetle bakıyor. Titrek sesiyle ünlemeye başlıyor. Boyacı! Boyayalım... Abiler... Abla! Burnunu çekiyor. Boyayalım, boyayalım, boyayalım...