Kırık camlardan sızan o keder işte bizi bugünkü çocuklar yapan. Kırık yuva kadınlarının dantellerine döşedikleri o acının acısı keder. Sayın siz. Sizlerin içinde aynalar yok mudur kadınların kederini görüp boyamaya renklere? Beklenilen adamlara, ölünen adamlara, dönmeyen adamlara, inciten, büyüten, sevmeyen, kimsesizleştiren adamlara saklanan huzur, kederin bahçesinde büyümez. Orada genç kızlar vardır. Toprağı eliyle süsleyen ama bir ülkeyi o topraktan var edemeyen genç kızlar. Gönül bahçelerinin içi dışı aynı renk. Keder rengi. Böyle içi sırf bir nefes. Yokluk. Adem'i alem. Eksilerde üşüyen ruhlara bir yorgan olamayan adamlar, duvarlar diker gönüllerinize sadece. Babalarınız, oğullarınız, kocalarınız, içinize eker o acımtırak, boşluk varlık arası, lanet hissi. O ağaç can bulur, ruhunuzla beslenir, içi boş süs kabaklarına çevirene kadar sizi, durmaz, iç çekişlerinizi duymaz, kalbi sizin soğukluğunuzla donmaz. Sizin düşen çocuğun kanayan dizine acıdığınız gibi acımaz, sizin balonları sevdiğiniz gibi sevmez lunaparkları. Evlerin çöplerine baksalar sizin o adamlara yazdığınız şiirlerle doludur o çöp kamyonları. Siz kelimeleri türetmek için kitaplar okursunuz. O size dilinizi unutturur, bir tek kederi konuşursunuz. Yeni bir siz yaratıp, gözlerinizi istedikleri renklere boyarlar. Sizin aşkınızdan kendilerine kül kenti yaratır, gelmeyen onurun bekçisi, yalan sözlerin habercisi, bir ilkbaharın son hayali olursunuz. Ama bu ömür böyle geçmez. Size zaten hiç geçmez. İçinizden geçer, önünüzden geçip gitmez akan zaman. Siz adamın hep son gidişinde kalır, hep o son bakışa ayçiçekleri yetiştirirsiniz. Ne diyeyim ey siz! Sizin kapınıza da kayıp baharlar uğrasın! Ne bileyim ey siz! Ben nereden bileyim?