“Böylece katiller, ‘İnsanlara ne korkunç şeyler yaptım!’ demek yerine ‘Görevlerimi yerine getirirken ne korkunç şeyler görmek zorunda kaldım, bu görevin omuzlarıma yüklediği yük nasıl da ağır!’ diyebiliyorlardı.” diye geçiyor Kötülüğün Sıradanlığı’nda.

“Tam olarak nasıl bir ağırlık yüklendi omuzlarınıza?” diye soracak olsaydık onlara muhtemelen canlarının yandığından, yorulduklarından, huzursuzluklarından, başına gelen talihsizliklerden dem vuracaklardı. Sonuçlardan şikayet ederken henüz süreç devam ediyorken ortaya koymadıkları iradelerini, kaçtıkları sorumlulukları unutacaklardı. Her şey olup biterken kolay olan kayıtsızlıktı belki ama kendilerine yakıştırdıkları zalimlikti. Avları onlara iyi davrandı, saçlarını okşadı, sırtını giydirdi, karnını doyurdu.Bunların karşılığı muhakkak kötülüktü zira iyilikle karşılık vermeleri için önce iyiliği tanımaları gerekirdi. İyiliği tanımıyorlardı, huzura katlanamıyor, sükunetten sıkılıyorlardı. Alçak sesle konuşmayı bilmiyor, ağızlarını köpürterek birilerinin başına gelmiş talihsiz olayları anlatıyorlardı. Güzellikten bahsetmek niye bu kadar zordu? Onları dinlemeye tenezzül edenler için heybelerinde her zaman anlatacak can sıkıcı bir hikayeleri vardı.

Çok konuştular, çok yediler, çok güldüler -ağlatıp güldüler- ve nihayetinde çok yoruldular.Kimseyi dinlemek istemiyor ,her şeyin en iyisini biliyor aksi bir görüşe katlanamıyorlardı. Herkes onlara borçluydu lakin onların kimseye vereceği bir şeyleri yoktu. Adalet istiyorlardı yaratıcıdan, canlarının ne denli kuvvetle yandığından bahsedip uğradıkları haksızlıkları yakarıyorlardı. Bir an için “Peki benim hayat boyu tek bir adaletli eylemim oldu mu?” diye sormamışlardı.

Kötülüğe uğradıklarını rahatlıkla idrak edebiliyor ancak kötülük yaptıklarını her masada reddediyorlardı. Üstten bir bakış atıyor, sözleriyle taşlıyor, tutamayacağı sözler veriyor ve sıklıkla yalan söylüyorlardı. Oradaki küstah bir kadın ise hayatı boyunca göğsünden atamadığı mutsuzluğunu masadakilere de ikram ederek adeta mutsuzluğunu tüketmeye çalışıyordu...

Ve nihayetinde kötülük, yalnızca elinde bir tabanca ile birini yaralamak değildi. Korkunç bencillikler sergileniyorken köşelerde, bütün güzellikler esirgeniyordu muhattabından.

Evet, çok konuştular, çok yediler, çok güldüler -ağlatıp güldüler- ve nihayetinde çok yoruldular. Dinlenmeliler karanlık bir evde şimdi, ne kadar acı çektiklerinden bahsetmeliler soracak olanlara. Şimdi tek bir iç sızlaması duymadan adalet isteyecekler yaratıcıdan kendi adlarına:


Tanrım senden mutlu bir son istiyorum diye yakarırken şimdilerde, kim bilir kimin gözyaşlarını döküyorlar?