Böylesine bir zamanda, 

öylesine bir caddede, 

çok yalnız adam,

çekiyor iskemlesini,

yalnız adamların yanına.

Çaylar söyleniyor.

"Meğerse"ler cümle sonuna konuluyor. 

Tabii özneler fısıltı tonunda. 

Bir sohbet başlıyor, 

sanırsın Nuh Tufan'ı. 



Dili damağına yapışmış apartmanların,

açık kalan ağızlarından,

zaten maskeli,

fakat bir virüsün hatırına,

ikinci maskesini takmış adamlar, 

fırlıyorlar sokağa. 

Ense kalın, göbek önde

Onun hakkı, bunun hakkı derken, 

Kendi haklarını, 

kullanmaya gerek duymamış hödükler. 

Saklamışlar samanları, 

Zamanı için inlerinde diş bilemişler. 


Derken, 

eski zamanın elçisi gibi duran, 

kasketli, şalvarlı bir dayı gelip oturuyor, 

çok yalnız adamların az ötesine. 

Benim yalnızlığım, 

sizin yalnızlığınızı döver

dercesine bakıyor. 

Gelen çayına iki kesme umut atıyor

ve karıştırıyor. 

Karıştırdıkça girdap oluşuyor, 

sıcak kırmızılıkta.

Sonra bizim elçi, 

o girdaptan içeri dalıyor. 

Yüzündeki kırışıklık gitmiş. 

Kaskette sökük kalmamış. 

Tabii bıyıklar da yok. 

Anlının orta yerinde bir göz gezinip duruyor. 

Öyle bir göz ki, 

gökyüzünün mavisi ile, 

çayırların yeşili birleşmiş içinde. 

Çok yalnız adamlar, 

bölüyor garibimin yolculuğunu,

yavuklusu kayboluyor. 


Böylesine bir zamanda, 

öylesine bir caddeden, 

emekli edebiyatçı Tahir geçiyor. 

Bir elde baston,

buruşuk dudaklarında birkaç kelime. 

Küfür mü ediyor, 

yoksa şiir mi okuyor belli değil. 

Çok yalnız adamlara kayıyor gözü. 

"Hey yavrum hey!" cümlesini salıyor manyetik ortama. 

"Vay yavrum vay" diyor çok yalnız adamlardan biri, 

önlerinden geçen meçhul bir güzele. 

E tabii havada çakışıyor şehvet ile sitem. 

Çok yalnız adamlardan birisi utanıyor. 

Surat kırmızı, 

fakat kalbi kapkara. 

Bereket ki bunu kimse bilmiyor. 

Emekli Tahir, 

eve gidince "Harcanır mı böylesine gençlik"

diye bir şiir yazma isteğiyle adımlarını hızlandırıyor. 


"Hallederiz senin oğlanın işini" diyor, 

"Şerefe" diyerek

olmayana kadeh kaldırıyor, 

böylesine bir zamanda, 

öylesine bir caddenin, 

köşesine ilişmiş meyhanesinde partinin milletvekili. 

Baba'da ne derman kalmış, 

ne gözde bir fer, 

salak oğlunun, 

torpilli geleceğinin, 

hazırlığı için kambur oturuyor. 


Böylesine bir zamanda, 

öylesine bir caddede, 

kendisine ceza yazan zabıtaya bakıyor, 

yeşil soğan satan yaşlı kadın. 

"Kusura bakma teyze, biz de emir kuluyuz" 

deyip, ceza makbuzunu teyzenin eline sıkıştırıyor, 

Allah'ını unutmuş, 

helal kazanıyorum diyen zabıta ve uzaklaşıyor. 

Arkasından geç kalınmış ve de pek samimi durmayan "çıt! çıt!"lar yükseliyor. 


Böylesine bir zamanda, 

Öylesine bir caddede, 

Şöylesine hikayeler, 

Aynı romanın, aynı sayfasında, 

Fısıltılı ve meğerse'li yaşanıyor...