Celal yıkık dökük gecekondusunun, eskimiş merdivenlerine oturdu. Ellerinin arasında buruş buruş olmuş bir A-4 kağıdı vardı. Düşünceliydi. Başını ellerinin arasına aldığında bileğine bol gelen kol saatinin şakırdayan sesini kulaklarında hissetti.

Merdivenin kenarına bıraktığı kağıt sırılsıklam olmuştu. Yazıcıdan çıktığı halinden eser kalmamıştı. Neredeyse bütün mürekkebi silinmeye yüz tutmuştu. Oysa imzalar yerli yerinde duruyordu. "Islak imza" dedi Celal. Ağzında birkaç kez tekrarladı. "Kolay kolay silinmez ki" diye söylendi.

Eline cebine attı. Sigaraya yeni başlamıştı. Kaçacak bir delik arıyordu. İçki, kumar gibi alışkanlıkları yoktu. Sevmezdi. Allah'tan korkardı. Bir gün korkularını bastıramadı. Mahalle arkadaşı Fırat, bir sigara uzattı. "İç lan mekruh" dedi. Sağdan soldan fetvada alıyordu artık. Bir fırt çekti Celal, çekiş o çekiş. Arkası geldi. Bu yoksulluğun ortasında bir de bu merete para yetiştiriyordu.

Celal'e sigara içmek bir yandan iyi geliyordu. Stres atabiliyor. kimseye bela olmadan, günahsız ya da azıcık bir günahla duygularını bastırabiliyordu.

Her şey üst üste gelmişti. Bir insan 2 yıl içinde böylesine büyük bir çöküşü nasıl yaşardı kendisi de hayret ediyordu. Önce yuvası dağılmıştı. Sonra biricik kızı Asuman'ı toprağa kendi elleriyle vermişti. En sonunda kalan mal varlığı da gidiyordu. Kimsesizdi. Yapayalnız, bir başına, sesi kulağında yankılanan kol saati ve haciz evrakıyla yaşamaya devam ediyordu.

Sigarasını yaktı. İçten bir nefes aldı. En derinden. Sanki kanser olmak istercesine içiyordu. Bir nevi intihar yöntemiydi bu onun için. 30 yaşından sonra başladığı bu merete dair duyduğu en büyük pişmanlık daha önce başlamamaktı. "Gençliğimde içsem daha erken ölür müydüm?" diye sormuştu Fırat'a. İkisi de sessizliğe bürünmüşlerdi. Yaşadıklarından kesitler her nefes alışında gözünün önüne geliyordu. Yarım yamalak bir duygunun esiri durumundaydı.

Sırtını yaslayabildiği tek kanepesi de gitmişti. Memurlar kanepeyi alıp götürürken gözünün içine dahi bakmamıştı. Böyle bir acımasızlığa ömründe tanık değildi. Evladını kaybetmiş bir babaydı. Acıların en büyüğünü yaşamıştı. Hemen herkesin insanların acılarına saygı duyacağını içselleştirmişti. Ancak haciz memurlarını hesaba katmadığını öğrendi. Onlar insanlara acı vermeyi, yaşam yükünün arasında meslek edinmişlerdi. Duyguları körelmişti artık. Her gün onlarca hikayenin yeni acılarına sebep oluyorlardı. Elbette haciz memurları insanlara acı çektirmek istemezdi. Ama işin doğasında bu vardı. 

Düşüncelerini bir kenara bıraktı. Mürekkebi silinmek üzere olan haciz kağıdını tekrar okumaya çalıştı. Sigaranın külü kağıdın üzerine düştü. Silkeledi. Başını kaldırdığında Asuman'ı gördü.

"Nasıl olur?" diyerek ayağa kalktı. Salavat getirdi. Korkudan küçük dilini yutacak gibiydi. Asuman boynuna sarılmıştı. "Üzülme Baba" diyerek bir taraftan ağlıyordu. Gözyaşlarını sildi küçük kızının. Baba kız sarılıp ağladılar...

****

Fırat, Celal'i görür görmez hayrete düştü. Gördüklerine anlam veremedi. "Ne yapıyorsun?" diye sordu. Celal kendi kendine sarılmış bir halde "Asuman geldi. Görmüyor musun?" dedi. Fırat dua etmeye başladı.

"Kalk" diyerek Celal'i oturduğu yerden kaldırdı. Celal sinirlendi. "Ne yapıyorsun lan sen" dedi. "Kızımı inciteceksin." 

"Kusura bakma" dedi Fırat. Kapının önünde bekleyen eski arabasına doğru yürüdü. Bir taraftan Celal'in koluna girdi. Celal hala kızının saçlarını seviyordu. Diğer taraftan etrafa öpücükler saçıyordu. Yaşananları gören komşular şaşkınla olan biteni seyrediyordu.

Fırat arabanın kapısını açtı. "Ne bakıyorsunuz? Dağılın" dedi. Yazmaları ağzını kapatan kadınlar evlerine girdiler. Çocuklar Celal'e nanik yapıyordu. Ortalıkta gezinen hem bir uğultu hem de bir sessizlik hakimdi. 

İnsanların konuşmaları arasında çekip gittiler...

****

Yorgun argın kahveye gelmişti Fırat. Çay söyledi. Ceketinin ön cebinden sigarasını çıkardı. Kapalı ortamlarda sigara içmek yasaktı oysa. Dinlemedi. Yakıverdi sigarasını. Mahalle arasındaki kahvehanelerde denetim azdı. Hüznüne verdi kahveci. Ses etmedi. Fırat, çayını ve sigarasını hüznüne ortak etti.

Bu kez başını ellerinin arasına alma sırası ondaydı. "Bitti, kafayı yedi" cümlesini ağzında geveledi. Konuşmak istemiyordu ancak kahvedeki bütün bakışlar ona çevrilmişti.

Komşulardan biri "Celal cinlenmiş diyorlar, Mecnun mu oldu? Hastaneye yatırmışsın herhalde" diye sordu. Fırat sert bir bakış attı. "Günlerdir halini hatırını sormadınız, derdin var mı? demediniz. Şimdi ne bu merak lan!" diye bağırdı. 

Kahvede sessizlik hakim oldu. İçlerinden biri "halini merak ettik kızma Fırat" dedi. 

Fırat sigarasını fırlattı. "Ulan siz adam olsaydınız, kumara harcadığınız parayı Celal'e verir 3 kuruş borcuna haciz getirtmezdiniz" dedi. "Dost benim dostum, cinliyse, aklını oynattıysa da benim" diyerek kahveyi terk etti.

Arabasına bindi. Sakinleşmeye çalışıyordu. Torpido gözünü açtı. Celal'le gülümsedikleri tek fotoğrafa denk geldi. "Ah kardeşim" derken gözlerinden düşen üç - beş damla yaşı sildi. 

Üstünü aramaya koyuldu. Sigarasını bulmak için çabalarken, masada unuttuğunu hatırladı. Acısını bastıracak tek dalı dahi kalmamıştı. Yüreği yangın yeriydi. Arabasını çalıştırdı. 

Kahvedekiler arabasından çıkan egzoz dumanını gördüler...