İkimizin arasında kalmasını istediği günden bu yana sustum. Konuşmamak için söz vermiştim. Ama yazmamak için söz verdiğimi hatırlamıyorum. Dolayısıyla artık anlatmak istiyorum başımdan geçenleri. Sese dökmeden anlatabilmemin tek yolu ise yazmak.


Gençken çok cesurdum. Korku yoktu kalbimin ortasında. Ata dahi binebilirdim. O derece savurgan bir cesarete sahiptim. İç Anadolu'da doğanlar bilirler, Türkmen obalarının yılkı atları vardır. Bu atlar yaşlandıkları ya da iş göremeyecekleri için geniş alanlara bırakılırlar. Bir süre sonra vahşileşenleri de olur, bozkıra dayanamayıp ölenleri de. Yılkı atına binmek ise cesaret ister. 


Gözü pek, cesur ve yiğit değilseniz bozkırın acımasızlığına karşı koyamazsınız. Üzerinize giydiğiniz oduncu gömleği, Yesevi-Bektaşi kültürüyle mayalanmış tarihiniz sizi kurtarmaz. Ellerinize tarihin yazgısını değiştirmek için bir fırsat geçmesini beklersiniz. Yel estikçe, rüzgar teninize değdikçe, sapsarı buğdayın hasat vakti geldiğinde; değişim için gerekli fırsatlara bir türlü kavuşamadığınıza tanık olursunuz.


Bu çaresizliğin ilk tanımıdır. İlk kez karşı karşıya kaldığınız yenilginin adıdır "bozkır". 


Benim yenilgim arkadaşlarımdan farklı oldu. Ben ne yılkı atlarının sırtlarında, ne buğday tarlalarında yenildim. Beni aşk vurdu. Kimseye söylemediğim, dilimin ucuna dökülen kelimeleri yuttuğum günler o acıyla başladı. 


Uzunca bir zamandır genç olduğum günleri hatırlamam. Beyazlayan saçlarımın aydınlattığı gece karanlığında, saçlarımı andıran bembeyaz bir kağıda öykümü yazıyorum. Gençlik, gözümün önünden bir perde gibi dahi geçmiyor. Ne yapalım... Kadere sarılmakta mesele. Delikanlıların tufanı elbet gençken yaşanır. Çocuk demeK de ayıp olur hatıralarına. Benim Gülizar'a duyduğum aşk, sevgiden çok ötedir.


Liseyi yeni bitirmiştim. Tarlamızda ekin ekip, buğday başağı ayıklıyordum. Ellerim yeni yeni nasır tutmaya başlamıştı. Bir yandan kol gücüm gelişiyor, kaslara sahip oluyordum. Yaşantım bedenimi yoruyordu. Azık beklemenin verdiği mutlulukla kavurucu yaz sıcaklarına dayanıyordum.


Her gün farklı farklı kişiler getiriyordu öğünlük yemeklerimi. Bir tas su, birazcık ekmek ve peynir. Akşamlığa evde olacağım için başka yemek de aramazdım. Güzel olurdu. Tarladan biber, domates ve salatalık da toplar afiyetle yerdim.


Günlerin birinde azık torbasını Gülizar getirdi. Elleri doluydu. Kocaman bir çantayla gelmişti. İçinde yok yoktu. Bal, kaymak, tereyağı, sucuk, pastırma... İnsanın aklına ne gelirse vardı. Meraklandım. Neden bunları getirdiğini sordum. "Kaçarken lazım olacak." dedi.


Yüzüne baktım. Göğsümden ince bir ter aktı. Gülizar, Hitit kadar güzel gülümseyişiyle ellerimi tuttu. "Sen de beni seviyorsun, biliyorum." dedi.


Konuşmama fırsat vermiyordu. Onu sevdiğimi, gözlerimi kaçıramadığımı nereden anlamıştı? Aramızda bugüne kadar herhangi bir diyalog geçmemişti. Gülizar sanki kalbimden geçenleri okuyordu. Ellerimi iyice avuçlarının arasında sıkıştırdı. "Kızlar anlar." dedi.


Yanaklarım kızarmıştı. Bozkır'ın kuru sıcağından daha büyük bir ateş yanmıştı kalbimde. Kalbimin zihnimi ele geçirmesine izin vermemeliydim. Aklı sıra yiğit adamdım. Ellerimi, ellerinin arasından aldım. "Bu işler böyle olmaz Gülizar, ben daha genç bir delikanlı sayılırım." dedim. 


Yüzü düştü. Başındaki yazmayı düzeltti. Hayal kırıklığı yüzünden okunuyordu. "Hem kaçmak nereden çıktı? Ne derdin var ki?" diye üsteledim. "Madem sevdiğimi anlamışsın o zaman gelip seni isteyelim" dedim. 


"Çok geç" dedi. Yazmasını düzeltti. Başından akan teri elleriyle sildikten sonra gururlu bir bakış attı. "Bu yaşadığımızı kimseye söyleme, bir kişiden duymayayım, söz mü?" dedi. 


"Dur, Gülizar gitme!" diyecekken sözümü kesti. Keskin bir tavır takınıyordu. "Söz" dedim. "Kimseye söylemeyeceğim." 


Tarla tozlarının arasından geçip gitti Gülizar. Onu bir daha görmedim. 


Sonraları haberi geldi. Gülizar da beni seviyormuş. O gün görüp beğenen bir öğretmen Gülizar'ı istemeye gelecekmiş. O benimle kaçmak istemiş. Benim ona sahip çıkacağımı düşünmüş. Ah ki ne ah. Kafamı duvardan duvara vursam uslanmam artık. Yüreğim o gün bugündür kanar durur. Her an bozkır toprağına bir damla kanım düşer.


Bütün olanlara rağmen Gülizar'a verdiğim sözü tuttuğuma inanırım. Çünkü aramızda geçenleri kimseye anlatmadım. Aklın kalmasın Gülizar, bu yazdıklarım da anlatmak sayılmaz. Sonuçta kalem kağıda hükmederken sevenleri birbirinden ayırmaz...