Şunlar:


Not ettiğiniz bir söz, okuduğunuz kitapta işaretlediğiniz bir cümle, ya da ah güzelmiş bu dediğiniz, playlistinize ayırdığınız bir şarkı.


Sonra dönüp baktığınızda manasız gözüken böyle şeylere ve 'Hay Allah acaba sarhoş muydum aşık mı, bu öyle pek de manası olmayan şeye neden takılmışım ve kenara ayırmışım" diye sorduğunuz oluyor mu?


Eh ben bunu, zaman geçtikçe (ki sanırım bu, ‘ben yaşlandıkça’ demenin korkakça bir başka yolu) daha sık yaşıyorum.


Mezarlıktayım. Brautigan okuyorum, Brautigan notlarında, okuduğu bir günlükten bahsediyor, diyor ki:


“Günlüğünün bölümleri arasındaki duraklamaları çok güzel buluyorum. Sonsuzluğun masumiyetinden bahseden, uzun, şairane duraklamalar sanki”


Şimdi dönüp baktığımda bu cümleyi neden işaretlediğimi anlayamıyorum. Bana öyle pek bir şey anlatmıyor. İçinde sonsuzluk geçen ve havalı olmaya çalışmayan bir cümle mümkün değildir, diye düşünüyorum. Mezarlıktayım, öyleyse ne sarhoşum ne de aşık. Kendime seslenebilirim:


"Hey, bunun bir açıklaması yok, kurcalama!'


Brautigan’dan ikinci alıntım şu:


“4 tekne, japon mürekkepbalığı avcıları, denizin üzerinde, balıkların dikkatini çekmek için yaktıkları fenerleriyle -adeta- kendi takımyıldızlarını oluşturmuşlar.”


Mezarlıktayım. Ne sarhoşum ne aşık. Gökyüzünden aşağı bakan birisinin, bu balıkçı teknelerini görüp de, 'Vay canına denizin üzerinde bir takımyıldız" demesi ihtimaline neden heyecanlandığımı bilemiyorum.


Başka Brauitgan alıntıları da yazabilirdim. Geçelim. Çünkü Brautigan okumak insana kendisini basbaya ve gayet, gündelik ve derinlikli bir insanmış gibi hissettiriyor. (Bu hissin başınıza en çok da siz mezarlıktayken gelmesini isterdiniz elbette). Buraya Madmax’in postapokaliptik evreninden, pek yerinde bir sövgü cümlesini ekleyebilirim:


“Sen gerçekten de bir insansın”.


Tüm bunları buraya not etme isteğimin altında aslında, uzun süre sonra M. ile iletişim kurmuş olmamız var.


Bu seferki için muhteşem bir iletişimdi diyebiliriz. Tatmin edici, tam bir konuşma. Karşılıklı cümleler, cümleler arası -neredeyse- bağlantılar, dinleyenler (olsaydılar) soluksuz beklerlerdi - ki, Bulgakov seyircileri usulü soluksuzluktan bayılanlar dahi olurdu işte.


En önemli cümlem bence şuydu: Seni seviyorum’dan daha yüksek mertebede bir cümle düşünemiyorum.


Bu dediğimin anlaşılması için dramatik -birilerinin hayata veda ettiği- şu örneği verdim: Birisini trenin altında kalmaması için refleksle kurtarmaya yeltenebilirsin, kurtarırsın da belki, fakat -diyelim ki işler iyi gitmedi ve tren senin üzerinden geçti, artık nerdeyse (maalesef ölü)  bir kahramansın.. Ama bu demek değildir ki o trenin altında kalmaktan kurtardığın kişiyi seviyordun.


M. burada elbette (muhteşem) gözlerini deviriyor, rüyada olduğumuzu unutuyorum. Ve M.'nin artık yaşamadığını.


Telaşla toparlıyorum: Yani birine seni seviyorum demek, onu trenin altından kalmaktan kurtarmaktan daha yüksek bir şeydir, diyorum. -seyirciler yuhalıyor-