Saatlerdir oturduğu kayalıklarda derin düşünceler içinde dalgaları seyrederken birden bacağının uyuştuğunu fark etti ve kendi varlığını teyit edermişçesine gözünün alabildiğine vücuduna ve çevresine göz gezdirdi.


Şimdilerde bir rüzgâr okşuyordu varlığını, güneşin vurduğu teni öylesine solmuştu ki ölüm soğukluğu vardı bakışlarında, sakalındaki sigara lekeleri sanki tekrardan filizlenecek gibiydi, bir insanın gerçekten her şeyden vazgeçtiğinin resmiydi dışarıdan görünüşü.


Kimine göre bir serseri, ötekileştirilmiş bir pisliğin teki!


Çoğu insan temizliği; kıyafetlerde, ayakkabılarda, bakımlı saçlarda, bir boya dolusu suratlarda bulurken ya da öyle bulduğunu sanırken mutluluğu, temizliği sadece dişlerinin arasından ibaret kimselere haykırır gibiydi ruhunun temizliği.


İnsanın ruhu kirlenmemeli asıl, zira kirli bir ruhun yeri yıllarca toz toprak emmiş bir palto gibidir. Hiç yıkanmamış bir palto, dokunsan dokunduğuna pişman eder tozdan pütürleşen parmak uçlarıyla silksen etrafı perişan eder toz bulutuyla.


Bu kadar betimleme de istemiyor aslında canım ama bu zat-ı şahaneyi anlatabilmek için biraz insanların fazlalıklarına dokunmadan da edemeyeceğimi bilin isterim.


Fazlalık diyorum çünkü insan anadan üryan gelir dünyaya hem zâhirî hem bâtınî, bundan sonraki süreç kişinin ailesi, çevresi ve kendisiyle ilgilidir. Kimisi inandığı paranın, şanın, şöhretin, gösterişin, hasedin, nefretin ve insanlık dışında ne kadar ucube fiili, maddi, manevi hâl var ise insana fazlalıktır.


İnsan, fazlalıklarından vedalaşınca insan olur anca. Neyse hikayemizdeki zat-ı şahanemize dönelim.


Bir sarma tütün daha çıkarttı cebinden, bıyıklarının kapattığı ağzını izmaritin ucuyla yoklayarak dudağına yerleştirdi sigarasını ve gidenin ardından bakarmışcasına yaktı sigarasını.


Gözleri, anlayabilene çok şey anlatıyordu aslında sadece fazlalıklardan birkaç saniye dahi kurtulsa insan, anlayabilirdi ne demek istediğini.

Biliyor musunuz onun da bir evi, ailesi ve dostları vardı. Temiz kıyafetleri, ayakkabıları, son model bir otomobili, kalın bir cüzdanı ve yanından eksik olmayan para avcıları.


Hayatını değiştirecek buhranlarla boğuşmaya başlamadan önce hayatını lüks içinde hayal ediniz, konumuz orası olmadığı için çok girme gereği duymuyorum, işte sıradan insanların suni mutluluklarını falan göz önüne alınız bu kadarı size kafi gelecektir.


Uyuşan bacağının ağrısı gidince tekrar oturdu kayaya ve dalgalarla gitti,geldi.

Gitti, geldi...

Bir tokat gibi suratına çarpıyordu sanki umman, boğuluyordu daha denize girmeden, boğazını okşuyor kendini toparlamaya çalışıyordu, bir kriz gibiydi sanki siz öyle hayal edebilirsiniz. Ama bu bir madde, bağımlılık krizi değildi, bu anlayamama, anlaşılamama kriziydi.


Gerçekten deli olduğunu düşünebilirsiniz ama emin olun anlatmak istediğini anlarsanız asıl deli benmişim diyebilirsiniz. Tabii ki bunun için fazlalıklarınızdan kurtulmanız gerekiyor, laf aramızda buna maçanız yemeyebilir.


Ara sıra bir sıcak çay ikram eder ve onunla hasbihâl ederim, daha doğrusu ben susarım -hatta kuru kuruya susmak bir yana dursun damarlarımdaki kanın akışını hissedecek kadar susarım- ki onun ağzından çıkan cevherlerden kendime bir şehir kurup içinde seyre çıkayım. Birazdan yanına oturacağım ve çantamdan termos çıkartıp cam bardağına çayını doldurunca sohbete koyulacağız.


Ah! Nasıl da unuttum size nasıl tanıştığımızı anlatmayı.



Bölüm sonu.