Aşk duygusunu damarlarına kadar hissetmek isteyen genç bir kadındı Elif. Her duygusunu doruklarda yaşar, göklerin üstünde uçardı. Tatmak istediği bir duygu daha vardı, aşk. Karnında hiç kelebekler uçmayan Elif, ablasına danışmıştı. 

-Abla, sence bu akşam ki düğünde bulur muyum birini?

-Aşk o kadar da güzel bir şey değil Elif. Öyle sandığın gibi göklerde uçurmuyor seni aksine dibe çekiyor. 

-Hiçte bile aşk çok güzel bir şey. Ucu bucağı olmayan, amansız bir gökyüzüne çıkarıyor insanı. 

-Bunlar sadece kitaplarda olur Elif. Umarım sen hayal ettiğin gibi bir aşk bulursun kardeşim. 

Elif her zaman yaptığı gibi ablasının bu sözlerine kulak asmadı ve içinde umut vaat eden mumlara bir kibrit daha yaktı. 

Akşamki düğün için hazırlanmıştı. En güzel elbisesini giymiş, kısa saçları şekil alsın diye jöle sürmüştü. Gözlerine çektiği sürme ile bakışları keskinleşmiş, ince dudaklarına kırmızı rujunu yedirmişti. Bu sefer olacaktı, kalbinde kanat çırpan kanaryalardan hissediyordu bunu. Bu gece birine aşık olacaktı. 

Gelinle damadın takı töreni bitmiş insanlar misket oynamaya geçmişti bile. Elif oynamaya kalkmıştı ki orgun başında duran adamla göz göze geldi. Genç adam hem çalıyor hem söylüyor, düğün alayını coşturuyordu. Elif uzun eteğini tutarak genç adamın tam önünde salınmaya başladı. Adam da cam mavisi gözlerini alamıyordu Elif’in üzerinden. Olduğu yerde etrafında dönen Elif tekrar mavi gözlere baktı. Adam tüm içtenliğiyle göz kırptı. Adamın bu hareketiyle Elif, utanmış, yanakları al al olmuştu. Bunu gören delikanlı kendinden emin bir şekilde gülümsedi. Aradan biraz zaman geçince Elif’i annesi çağırdı. Kız tam gidiyorken genç adam yanına yaklaşıp bileğinden yakaladı Elif’i. Hiçbir şey söylemeden kızın minik ellerine bir kart tutuşturup arkadaşlarının yanına döndü. Elif’in kalbi sanki göğüs kafesini terk edip bulutlara çıkacaktı. Avuçlarında tuttuğu kartta adamın adını okudu gözleri, Ozan. İsmi bile şairane olan adamın ruhu nasıldı kim bilir? Annesinin tekrar seslenmesiyle telaşa kapıldı Elif. Kartı elbisenin cebine sıkıştırıp koşar adım annesine döndü. Göz ucuyla delikanlıya baktığında onunda kendisine baktığını gördü. Ertesi sabah Ozan’ı arayacaktı artık emindi. 

Elif, gece boyu yatağının içinde dönüp durdu. Aklı çıkacak da Ozan’ın mavi gözleri aklından çıkmayacak gibiydi. Bir sağa dön bir sola dön derken güneş doğmaya başlamıştı. Daha fazla dayanamadı, kartta yazan telefon numarasını tuşladı kızaklı telefonuna. Üstüne de beyaz şalını alıp balkona çıktı kimse duymasın diye. Telefon bir çaldı, iki çaldı sonunda açıldı. Delikanlı uyku mahmurluğuyla cevapladı telefonu. 

-Efendim abi?

Delikanlının sesini duyan Elif’in dili tutuldu sanki. Telefonda ki ses, mahmur, kalın, erkeksi bir sesti. Ne diyeceğini bilemedi.

-Şey… ben, ben abin değilim.

Zoraki kurabildiği tek cümle bu oldu. Delikanlının gülüşünü duydu daha da heyecanlandı. Ne de güzel bir gülme sesiydi bu. 

-Sen dün gece ki kızsın değil mi?

Tanımıştı hem de hemen tanımıştı. Şimdi Elif bulutların üstüne çıktığını hissediyordu. O kadar yazar yanılıyor olamazdı, aşk bir mucizeydi. Elif delikanlının varlığını hatırlayıp,

-Evet.  Dedi. 

-Hayırlı sabahlar o zaman. Bu gün öğlene kadar bekle küçük hanım. Öğleden sonra Çark Caddesinde buluşalım. 

Elif telefonu kapattığında düşüp bayılacağını zannetti. Duvardan destek alarak içeri girdi. Evden bir bahaneyle çıkardı orası kolaydı ama öğlene kadar nasıl bekleyecekti? Saatler geçmiyor, zaman durmuştu sanki. Her gün su gibi akan zaman, bu gün Elif’in inadına yavaş yavaş akıyordu. Kahvaltıdan hemen sonra hazırlanmaya başladı. Çok özenemezdi evdekiler anlardı ama çapulcu gibi de gidemezdi. Kırmızı bir bluz seçti kendine, saçlarının iki yanına taktığı minik tokalarıyla hazırdı. Dikkat çekici gözükmek, Ozan’ın aklında yer edinmek istiyordu. Hayalini kurduğu aşkı mı bulmuştu, yoksa sadece kısa bir rüya mı görmüştü bunu zaman gösterecekti. 

Öğlen vakti çıktı evden, annesine kırtasiyeye gidiyorum diye yalan söyledi. Arkadaşları ile buluşmak içinde zaman zaman bu yalanı söylerdi. Çark caddesinin başına gelince duraksadı. Bunca kalabalığın arasında nasıl bulacaktı delikanlıyı? Meydanın ortasında öylece dikilirken elinde hissettiği başka bir elin soğukluğu ile irkildi. Etrafına baktı ama herkes yanından geçip gidiyordu. Birinin eli çarpmıştır diye düşünürken aynı soğukluğu tekrar hissetti sol elinde. Sonra acı kahve gözleri, gökyüzünü andıran gözlere değdi. İşte şimdi zaman gerçekten durdu. Cam gibi parlak mavi gözlerin içinde kaybolduğunu hissetti. Masmavi bir ormanın ortasına düşmüş gibi.

Delikanlı usulca elini uzattı. 

-Merhaba, Ozan ben.

-Elif bende. Memnun oldum. 

Sanki ezelden beri bu anı bekliyordu Elif. Elini geri çekmek istemiyor, ömrünün sonuna kadar delikanlının elini tutmak istiyordu. yeni tanışıyor gibi değil de senelerdir tanıyor gibiydi delikanlıyı. Bir süre yan yana yürüdüler. Küçük bir pastanenin önünde durdu Ozan. 

-Gazoz içelim mi?

Elif bu teklifi büyük bir istekle kabul etti. Heyecandan ağzı kurumuştu, soğuk bir şeyler içmek iyi gelirdi. Pastanenin en ücra köşesine oturdular. Havadan sudan konuştular. Ozan yaşını söyleyince Elif daha da heyecanlandı. Kendisinden on yaş büyük bir adamdı Ozan. Elif henüz on altı yaşında lise öğrencisiyken, Ozan’ın kendine ait bir işi vardı. Aşk, yaş tanır mıydı? Engel olur muydu aralarında ki duygu seline? Ozan, Elif’in ellerini tuttu.

-Sen kaç yaşındasın bakalım?

Elif biraz çekinerek yaşını söyledi. Ozan yaş farkını sorun eder diye korkmuştu. Keşke tek sorun yaş olsaydı. 

-Ben evliyim.

Demişti Ozan. Elif’in başından aşağı kaynar sular dökülmüştü. Evliydi bir başkasıyla evliydi. Olsun dedi Elif. “Evli olsun, karısı olsun. Biz sadece takılırız” diye düşündü. Düşündü ama cevap veremedi adama. Takılırdı takılmasına da ya yuvalarını yıkarsa? Ya Elif herkesin gözünde kötü olursa? Oturup düşünmesi gerekiyordu bu konuyu. Ah küçük Elif aşkı göklerde ararken hayat onu tıpkı ablasının dediği gibi dibe çekiyordu. 

Aradan geçen aylara rağmen Elif, Ozan’ı unutamadı. En sonunda çareyi telefon açmakta buldu. Ne diyecekti şimdi, onu da bilmiyordu ki. En iyisi doğruyu söylemekti. Aradı Ozan’ı. İlk çalışta açıldı telefon. Ozan’ın sesi kulaklarına oradan da yüreğine dolmuştu. Aynı heyecanla aynı şevkin verdiği cesaretle konuştu Elif.


-Olmadı Ozan. Seninle olmadı sensiz hiç olmuyor. Gittiğim her yerde duvarlar üstüme üstüme geliyor. Gözümü açıyorum sen, kapatıyorum sen. Gel Ozan ne olur gel!


Ozan’ın sesine yine aynı heyecan aynı şefkat vardı. Elif gözyaşlarını tutamadı. İçindeki özlemi büyük bir öfkeye dönüşmüştü. Ozan genç kızın söylediklerine şaşırmıyordu. Kendi de aynı durumdaydı. Elif ile arasına mesafe girdiğinden beri ne uyku girmişti gözüne ne bir tebessüm konmuştu yüzüne. Tüm benliğiyle genç kızı arzuluyordu. Bebeksi tenine dokunmak, hissetmek istiyordu. iki kadını aynı anda seviyordu Ozan. Birine, daha doğmayan üç beş ayı kalan bebeği için diğerine tutku ve şehvet bağlamıştı Ozan’ı. 

İki genç de dayanamayınca o gece buluşmaya karar verdiler. Karısı annesine kalmaya gitmişti. O da bir gecesini ayırmak istedi Elif’e. 

Elif o geceden sonra bir daha eve dönemeyeceğini bile bile gitti cam gözlerin peşinden. Körpecik yaşında tutuldu Ozan’ın mavi gözlerine. Kendini kaptırdı umut dolu vaatlere. Kalbi avuçlarında geldi evin kapısına. Anın verdiği heyecanla alacaklı gibi çaldı kapıyı. Ozan kimse görmeden içeri aldı Elif’i. Önce eve aldı sonra kollarının arasına. 

Olan oldu, ikisinin de yüreği yana yana dokundular birbirlerine. Ozan, Elif’i yaktığını bile bile sahip oldu ona. Genç kızın geleceği, duyguları Ozan’ın umurunda olmadı o an. Elif’in kaybettiği bekareti yanına kar kaldı. Ne umutlarla gelmişti halbuki. Ozan birliktelikten sonra “Boşanamam” dedi. 

-Korkma seni yüzüstü bırakmam. Ev açarım bakarım sana da. 

Kabul etti Elif. Bir aşk uğruna kendini kapattı dört duvarın arkasına. Ozan’ın iki üç günde bir uğradığı bir kapı oldu. Aşık olacağım diye evli bir adamın kapatması oldu Elif. Körpecik yaşı daha fazla dayanamadı. Avizeye bağladığı halata astı kendini. Olan Elif’in saf duygularına oldu. Ozan ise hiç hak etmediği ailesiyle kaldı.