Uzun zamandır üzerine düşünmeyi ötelediğim her ne varsa, üzerime çökmüş nefes almamı zorlaştırıyor bu sabah. Alışık olmadığım bir saatte çöktü tüm bu düşünceler. Genellikle geceleri gelirler, sabahın ilk ışıklarına kadar uyutmazlar beni. Ama bu sabah, başka.
Zamanı sorgulamanın pek bir anlamı yok veyahut tüm sır burada gizli. Her ne yaparsam yapayım durdurulamayacak bu akış. Yapılması, öğrenilmesi, biriktirilmesi gerekenler, yapılanlar, cesaret edemediklerim, vazgeçilecek alışkanlıklar, alınacaklar, ihtiyaçlar ve daha pek çoğu. Uzun bir süredir, hayat bir dere gibi akıyor yanı başımda. Bense elimi uzatıp bir türlü dahil olamıyorum bu sulara. Öylece izliyor, düşünüyorum. Sesim çıkmıyor zorlasam da. Bu kadar düşünmesem nasıl da güzel yaşardım şu hayatı! Tüm bu insanlar içerisinde en kıskandıklarım, onlar. Düşünmeyenler! Bir şekilde beynini düşünmemek ve sorgulamamak üzere eğitmiş olanlar. Büyük ihtimalle demledikleri çayı keyifle höpürdeterek güzel bir kahvaltı ediyorlar. Neden böyleyim, nasıl değişebilirim, yoksa tüm külfetlerine rağmen bu mudur insan olmak… Sormak daha çok sormak, her şeyin derinine inmek ve orada gerekirse boğulmak mı?
Yapılması gerekenler yorganını, sırtıma çekip biraz soluma yatayım. Solum, incinmiş yanım. Kalbimin kırıklarını doldurduğum bir cam kavanoz içerisinde duruyor. Paramparça… Bunları düşünmeninse hiç sırası değil. Zira çokça mesai harcandı o parçalara. Yerine oturanlar itinayla birbirine tutturuldu. Uyuşmayanlar öyle kırık dökük bir arada. Ellersen kesilir gene bir yerlerin, gerek yok dokunmana. Belki de avuçların parçalanıncaya kadar sıkmalı tüm kırıkları. Kim bilir, doğru mu yanlış mı bir şekilde yaşıyoruz işte…