*12 Kasım*

Yorgun bir günün ardından eve dönmüştü Hayriye Hanım.

İş yerine gider gitmez semaverde çayı demler, yerleri silmeye koyulur, müdür beyin masasını, sehpaları vesaire her yeri iyice temizledikten sonra küçücük, daracık hem malzeme odası hem de dinlenmesi için ayrılan odaya gider kanepede otururdu. Müdür bey çay istediği zaman seslenir Hayriye Hanım koşa koşa çayları doldurur, ikram ederdi.

Sabahleyin saat sekiz gibi başlardı işe. Akşam altıda çıkardı. Yalnız yaşardı. Kocası onu yıllar önce boşamıştı. O da kendi ayakları üzerinde durmaya çalışıyordu.

Hava çok soğuktu. Eve girdiğinde hemen kaloriferi yaktı. Önce biraz ısınmak için peteğin kenarına oturdu.

Sonra ayağa kalktı. Radyoyu açtı. Kanalı hiç değiştirmezdi. Devletin radyosundan türküler sürekli yankılanırdı evin içinde.

Anadolu’dan Ezgiler

Yemek hazırlamak için mutfağa gitti. Dolaptan domates, biber, soğan çıkarıp kızarttı. Dünden kalan ekmeği de vardı.

Masaya koyup yemeye başladı. Bir de likör vardı. Her akşam likör içmeyi eksik etmezdi Hayriye Hanım.

Yemeğini yedikten sonra sofrayı topladı. Güzel bir çay demledi. Bu onun vazgeçemediği keyfiydi. Akşam yemeğinden sonra uzun uzun çay keyfi yapardı.

Pencerenin yanındaki koltuğuna kuruldu. Çayını yudumlayarak buğulu pencereden dışarıyı izlemeye koyuldu.

Ortalık kararmıştı. Kaldırımları sokak lambaları aydınlatıyordu. İyice dalmıştı dışarıya. Biraz sonra tek başına yürüyen bir kadın çarptı gözüne. Genç sayılırdı. En fazla yirmi beş hadi bilemedin otuz yaşındadır dedi kendi kendine.

Bir sigara yaktı. İçine birkaç nefes çektikten sonra kapı çaldı. Allah Allah dedi. Gelen gideni olmazdı oysaki. Kimdi bu?

Kapıyı açtı. O kadın karşısında duruyordu.

Afalladı. Buyrun? Kadın sessizdi. Konuşmuyordu.

Kadının yüzüne iyice bakınca dehşete kapıldı Hayriye Hanım.

Bu oydu. Kendisiydi kapıda duran. Rüyada mıyım acaba dedi. Neler görüyorum ben? Likörü fazla kaçırdım sanırım.

Siz dedi. Kimsiniz?

Kadın sessizce beklemeye devam ediyordu. Ufak bir mırıldanma dışında ses yoktu.

Ben, senim dedi. Hayriye beni tanımadın mı?

Hay Allah! Nasıl olur ki böyle bir şey?

Neyse içeri gir. Bekleme bu soğukta.

Genç kadın içeri girdi. Az önce oturduğu koltuğa tekrar oturdu Hayriye Hanım.

Misafirini de karşısına oturttu. Ne içersin kızım? Çay var. İster misin?

Olur, dedi. Tamam gidip bir bardak getireyim.

Hayriye Hanım bir çay bardağı almak için mutfağa gitti.

Geldiğinde genç kadın hâlâ orda oturuyordu.

Çay doldurup ikram etti. Buyur kızım.

Genç kadın çayını yudumlarken onu izledi.

Bu nasıl olur dedi içinden. Acaba benzettim mi? İyi de kendisi de dedi ya ben senim diye.

Rüya da olamaz ki... Kanlı canlı karşımda oturuyor işte gençliğim. Tamam yaş ilerledi ama hayal görecek kadar da bunamadım ya.

Birbirleriyle konuşmuyorlardı. Sadece sessizce oturuyorlardı. Hayriye Hanım pür dikkat onu inceliyor, kadınsa oralı olmuyor çayını içiyor ve bazen de salonun içine göz gezdiriyordu.

*13 Kasım Saat 06.40*

Hayriye Hanım birden irkildi.

Yatağındaydı. Rüya mıydı yoksa? Dün akşamki o kadın.

Emin olmak için yataktan fırlarcasına çıkıp salona gitti.

Kadın hâlâ orda oturuyordu. Kızım sen hâlâ burda mısın dedi.

Ben hep burdaydım dedi genç kadın. Hiç gitmedim ki.

*12 Kasım*

Hayriye Hanım genç kadına bir çay daha doldurdu.

Kendisine de doldurdu.

Radyodan hâlâ aynı ezgiler yayılıyordu. Pencerenin buğusu olduğu gibi duruyordu. Dışarısı zar zor seçilebiliyordu.

Saat ilerlemeye başlamıştı. Artık yatma vakti gelmişti.

Ancak ne yapması gerektiğini bilmiyordu.

Kadın kimdi tam olarak?

Hırlı mı hırsız mı?

Sabah da erken uyanması gerekiyordu.

Erkenden işe gidecekti.

Hayriye Hanım genç kadından müsade isteyerek odasına çekildi. Yatağa girer girmez uykuya daldı.

*13 Kasım Saat 07.00*

Hayriye Hanım hazırlanıp işe gitti.

Her zamanki gibi semaverde çay demledi. Ortalığı temizledi ve kendisine ve malzemelere ayrılan odaya gidip biraz dinlenmeye başladı.

Yaklaşık yarım saat oturduktan sonra müdür beyin sesini işitti.

Hayriye Hanım demli bir çay lütfen!

Hızlıca mutfağa koştu. Çayı doldurup müdür beye verdi. Başka bir isteğiniz var mı müdür bey?

Hayır anlamında başını salladı müdür bey.

Dışarda sağanak şeklinde yağmur yağıyordu.

Kapıya çıkıp bir süre yağmuru izledi Hayriye Hanım.

Hava soğuktu. Her yer ıslaktı.

Bütün şehir griye boyanmıştı.

İnanılmaz bir kasvet vardı havada.

Hayriye Hanım ilginç bir şekilde böyle havadan hoşlanırdı. Aksine sıcak mevsimleri sevmezdi.

*12 Kasım*

Genç kadın kendisiydi. Artık buna kanaat getirmişti.

Ne de güzelmiş gençliği meğer.

Dışardan bakınca başka görünüyormuş her şey.

Şimdiyse 56 yaşında bir duldu.

Fakat gençliğindeki Hayriye de şimdiki gibi mahzun duruyordu.

Hiçbir zaman neşe saçan biri olmadım zaten diye güldü kendi kendine.

Ama gerçekten güzelmişim dedi.

Gözleri doldu. Ne güzel günlerimdi.

Gençtim, canlıydım, sağlıklıydım.

Oysa şimdi her yerim ağrıyor diye geçirdi içinden.

Yüzüm buruşmuş. Gözlerim çökmüş.

İçini bir sıkıntı kapladı.

Ne diye geldin ki dedi genç kadına? Bana gençliğimi hatırlatmanın ne anlamı vardı?

Bir sigara yaktı. Karşısındakine de bir tane uzatacaktı ki genç Hayriye’nin sigara içmediğini hatırladı. İçmesindi zaten.

Acaba hep burda mı kalacaktı bu?

Hep bu yaşta, bu koltukta?

Hep karşımda.

Belki de güzel olurdu. Kendisiyle arkadaşlık ederdi.

Dünyada kendisiyle arkadaşlık eden tek kadın. Hatta tek insan.

Birine anlatsa ona gülerdi.

Hadi kızım dedi yatma vakti artık. Genç Hayriye’nin çalışmaya ihtiyacı olmayabilir fakat ihtiyar Ha

yriye çalışmak zorunda.

Yavaşça kalkıp yatağına gitti. Ve derin bir uykuya daldı.