Bütün bu olanların insanların var olma çabası dışında bir anlam taşımadığını fark ettiğimde dünya ve insanların kendileri bana çok basit gelmeye başlamıştı. Tüm refleksleri olabildiğince basit.
Ancak bu basitliğin üzerimdeki akıl almaz olumsuz etkisini biraz araladığımda aslında o zamana kadar beklediğim çıplak gerçekçiliğin kendini bu denli dürüstçe gösteriyor oluşu beni büyülüyordu ve ben yine büyülenecek bir şey bulmuştum. Bu defa da tamamen ortada olup gizlenme çabasına hiç girmeyen bu durumun bu kadar ortada oluşu beni büyülüyordu. Bu basit denklemi kendi kurallarına göre oynamaya karar vermiştim. Düşüncelerim netleştikçe sakinleşiyor, sakinleştikçe de daha sistematik düşünmeye başlıyordum. Kendimden emin, tüm durumları kavramaya hazır. Tamamen kavramaktan söz etmiyorum, kavramaya hazır olmak tüm zamanların en iyi ruh haliydi.
Geçmişte içinde bulunduğum her ortam oyun sahnesi gibi geliyordu artık. Çerçevenin dışından bakmak zaman zaman herkesi gözümde karikatürleştiriyordu. Bu tuzağa düşmemenin çaresini kendimi de çerçevenin içine koymakta bulmuştum. Bazen kendime gülüyor, dışardan bir gözle kendime bakıp komikliklerimi, beceriksizliklerimi ya da çiğliklerimi bulmaya çalışıyordum. Bunları görüp bana hissettirebilen insanlarla bir arada olmak istiyordum. Beni aynalayan insanları çok seviyordum. Taraflı değildim, olmamak için elimden geleni yapıyordum. Kendime ne haksızlık etme niyetindeydim ne de kendimi kayırmak istiyordum. Aksine hayatımın belki de en nötr dönemindeydim. Herkesin de böyle olmasını istiyordum ama bu tabii ki pek mümkün olmuyordu.
Düşüncelerim ve hislerim karmaşıklıktan kurtuldukça kelimelerim, cümlelerim de sadeleşiyordu. Eskiden üç cümleyle anlatabildiğim bir durumu artık birkaç kelimeyle ifade edebildiğimi düşünüyordum. Açıklık ve sadeliği her şeyden çok önemsemeye başlamıştım. Bu istek sanırım insanların ağdalı cümlelerinin ve görünüşlerinin altında yatanları fark edebiliyor oluşumdan da kaynaklanıyordu.