Gözlerimi yavaşça araladım, kaç saat, kaç gün, kaç dakikadır uyuduğumu anlayamadığım ağrılı ama uyuşuk bir halsizlikle. Ağzımda kuru bir acı tat, nefesimde halsiz bir ağırlık vardı. Kulağıma kaynağı belirsiz dalga sesleri çalınırken uyuşukça kıpırdandım. Uzuvlarım tek tek birbirinden ayrılmış da tekrar karmakarışık birbirlerine dikilmişler gibiydi. Sanki bana ait ama bir o kadar da yabancı uzuvlarım. Kulaklarımda öfkeli dalgaların kayalara vuruş sesleri, beynimde beni içten içe kemiren fareler vardı. İçinde hapsolduğum bu yarı karanlık bulanık, belli belirsiz odada kaç saatim dolmuştu sahi? Kilitli miydim? Kendi isteğimle mi buradaydım? Midemde huzursuz bir bulantı odanın köşesinden gelen ritmik bir su damlama sesi.
Tap tap tap tap belki de beynimin içinde tap tap tap duyularımın içine işlemiş, ritmik sürekliliği kendini alışılmış bir fark edilmezliğe mahkum etmiş tap tap tap damlama sesi. Sahi güvende miydim? Başlangıcım ve bitişim neredeydi? Zihnimin içindeki uzun kuyruklu fareler, kalabalık ciyak ciyak öfkeli kemirip bitirirken beni içten içe çaresiz bir kabullenişle soluk verdim. Şeffaf dumansı ılık nefesim burnumdan özgürlüğüne ağırca salındı. Benim başaramadığımı başaran benim parçam. Sinirli ama tükenmiş bir refleksle doğruldum. Sırtımdaki eklemlerin tek tek kıpırdanışını hissediyordum. Tıpkı yıllardır kullanılmamış hafif paslı metal diskler gibi.
İşe yarar ama bir o kadar da çoktan kaybedilmiş metal diskler. İçimde sönmeyen öfkenin alevi esaretim yüzünden miydi? Duvarları kazımak kazımak kazımak kazımak ve kazıyarak kendimi bitirmek istediğim, bulanık, havası solunamayacak kadar ağır, öfkeli, yorgun, ağrılı varlığım.
Yoksa öfkemin sebebi fareler miydi? Kırmızı gözlü çığlık atan kafamın içindeki fareler. Bu aynalarla kaplı yarı karanlık odada belki de on yıllardır sona ermeyen varlığım kimin işiydi peki? Ne yana dönsem kendi bulanık mayhoş silüetimi gördüğüm bu esaret odamın esas sahibi kimdi? Varlığımı kime kanıtlayacaktım peki? İçerideki binlerce bana kanıtlamak neyime yetmiyordu? Ayak parmaklarıma dolanan buz gibi yılanın kaygan derisi benim derim miydi? Karnımdan yukarıya doğru her kıvrılışta biraz daha sıkarak bedenimde daha da yukarı tırmanan buz gibi bu hayalet yılanı durdurmaya mecalim yoktu artık.
Hissederken hissedemediğim, görürken göremediğim duyarken duyamadığım benlik hapishanemde hangi duyumun varlığı kesindi sahi? Kuru dudaklarımdan ne zamandır bir ses yükselmemişti, belki de yardım çığlıkları atarak kaybettiğim sesim en son kim tarafından duyulmuştu? Duvarlardaki bulanık yüzler bir yabancıyı ilk kez görmüş çocukların korkaklığıyla donup kalmışken ağzımı belli belirsiz araladım. Sıkılmaktan katılaşmış çenemden bulantılı bir öğürtü kopup da belki bir kez olsun içimdeki irin dolu zehri aynalardan birinin köşesine akıtırım diye.
Aynalardan kopan alaycı belki de yargılayan yabancılar niçin bir el uzatmazlardı ki? Soğuk zemine değen ayak parmaklarım, ortasından ayrılıp tuzla buz oluverecek gibi duran bedenim, aynaların hoşuna gitmemişti belli ki. Kimdi o aynadaki yabancılar? Kaç taneydiler? Yüzleri neden bulanıktı? Görülmeyi istemeyen ama yargılamayı seven, yabancılarla çevrilmiş ve ellerini uzatmış, nefesi içinde sıkışan bir zavallıdan ne istemişlerdi? Sahi zihnime fareleri bırakan onlar mıydı? Başlarındaki hangi yansımaydı?
O kadar birbirinin aynı bir o kadar da birbirine tezat duruşları arasında gidip gelen donuk bakışlarım en güçlü yansımayı aradı. İçimdeki farelerin öfkesi kabardı, karanlık kürkleri iç içe geçmiş kemirdikçe kemiren kemirdikçe kemiren aç gözlü doyumsuz zihnimin fareleri ne zamandır içimdelerdi?
Eminim yansımaların işiydi bu da. Kötü kalpli yüzlerini göremediğim bulanık hain yansımalardan birinin işiydi. Damlamaya devam eden suyun alışılmış tap tap tap tap sesleri ile sinir bozucu bir güven verirken en suçlu yansımayı aradı gözlerim. Duvarları aynalarla kaplı çıkışsız bu esaret odası gittikçe daha da mı daralıyordu, yoka karanlığa alışamayan gözlerimin bana başka bir oyunu muydu bu? Belki de farelerdendir diye geçirdim içimden. Ya da yansımalar mı yakınlaşıyordu bana.
Suçunu itiraf edip vicdanlarını yıkayacaklarına inanan buz yürekli ölü yansımaların başka bir işiydi bu da kesin. Sessizliğimin barındırdığı gürültü zihnimi tırmalıyor, tırmalıyor, tırmalıyordu sanki metalden beynimin metalden bir törpüyle eritilmeye çalışılması gibi. Susmayan sessiz bir gürültü daha da içine çekerken beni tap tap tap damlama sesi ağır ağır yavaşladı yavaşladı ve tap tap seslerinin arasına yıllar girdi.
Halime kahkahalarla gülen yüzsüz yansımalarla bakışmaya devam ederken ben, buz tenli yılanın omuzlarımı sardığını hissettim belli belirsiz. Gevşetmeye niyeti olmayan avını sıkıca sarmış aç bir yırtıcının gözlerine sahip parlak gözlü yılana baktım dikkatle.
Sahi gerçekliğimin kanıtı olabilir miydi bu ezeli düşman? Nefes alışlarım sıklaşırken yansımaların kahkahaları da şiddetleniyordu. Kahkahaları yansımaların ve çığlıkları farelerin iç içe geçmiş zehirli, yakıcı ve parlak renkli sıvılar gibi etrafımda dönen dönen ve dönen sesler. Kaç yıl olmuştu ben gözlerimi açalı bu yarı karanlık soğuk odada? Kaç yıldır durmazdı kahkahaları yansımalarımın? Sesleri hep böyle birbirine sürten metaller gibi mi çıkardı kayalara vuran dalgaların? Yoksa hızlanan kan akışımın bir yankısı mıydı bu kahkahalar.
Uzattığım ellerim sanki birini yakalayıverecek gibi gerilmiş bu halleriyle ne kadardır havada donup kalmışlardı? Uyuşmuşluk hissi ilk ne zaman sarmıştı benliğimi? Aynalar, etrafımdaki aynalar gözlerim her birine tek tek değip geçerken beni izlemişlerdi belki de yıllardır izlemişlerdi bu deliliğe giden acımtırak esaretimi. Ah yasımalar, hepsini onlar yaptı.
Yüzüm hangi yansımanın yüzüydü? bulanıkların içinden başka bir bulanık. Karnımda sıkışan sıkışan sıkışan nefesim özgürlüğünden korkmuştu sanırım bu kez. Bana ait olan bir yabancı, ama yine benim içimde sıkışan. Derken yansımalar dönmeye dönmeye dönmeye ve daha da hızlı dönmeye başladılar. Benim etrafımda dönüp duran sayısız benler. Hangisi sahici hangisi yalancı birbirine karışırken artık boynuma dolanmış parlak gözlü yılana son kez baktım. Aç gözleri hain bir parıltıyla aydınlanmış nefesi yüzüme ılıkça sürtünen kaygan derili soğuk düşmanım ve durmaksızın dönen sesler, görüntüler dönen dönen ve daha da hızlı dönen aynalar.
Son kez bir düşünce kaydı uyuşuk beynimden son böyle mi hissettirirdi acaba? Yoksa sonsuzluk hissinin prangası mıydı bu kemiklerimi titreten keskin soğuk? Derin bir nefes kayarken ciğerlerimden, gözlerimi yavaşça araladım, kaç saat, kaç gün, kaç dakikadır uyuduğumu anlayamadığım ağrılı ama uyuşuk bir halsizlikle.