Şeytan aramızda, her birimizin kulağına bir şeyler fısıldıyor sürekli. Kimine ilham veriyor kimini itham ediyor. Çok uzak bir yerde farklı şekillerde aramaya lüzum yok aslında, hepimiz şeytanımızı içimizde taşıyor, yaptığımız tüm eylemlere günah keçisi arıyoruz. Peki, kimliği elinden alınmış bir toplumda şeytan ne yapar? En sevdiği şey olan kaosu yaratır elbette. 


Sovyet döneminin başlangıcından itibaren sanat, gerçek Rus kimliğinden Sovyet kimliği oluşturma propagandasına doğru bir evrim geçirdi. Her sanatçının ortak korkusu, mevcut hükümetin sansürüne uğrayarak eserlerinin anlaşılmadan, değerlendirilmeden rafa kaldırılması oldu. Talihsiz yazar Bulgakov ömrünü adadığı eserleri için de aynı düşünceleri barındırarak göçtü bu dünyadan. Usta ile Margarita'nın, yazarın ölümünden 50 yıl sonra ancak yayımlanması bu durumun en acı örneklerindendi. Devrim aslında Rus halkının en başından mağlup olacağı bir oyundan başka bir şey değildi. Bulgakov, hem bir yazar hem de bir vatandaş olarak ülkesinde gezen şeytanlara savaş açtı kalemiyle. Her vuruş bir yasak daha getirmekten öteye gidemedi, en azından o bunu göremedi.


Usta ile Margarita'nın üzerine konuşulacak çok fazla konu, geliştirilecek çok fazla teori var. Her okurun kendi şeytanını yanına alıp okuması gerekir. Yüzleşmemiz gereken çok şeytan var gerçek hayatta da. Sanatın hiçbir dönem yitmemesi dileğiyle, bilginin ışığı bizimle olsun!