1


(Kadın, Erkek)


—Aa, bakın. 

—İşte bu. Burada tek bir şeyden söz edilmediği ilkin göze çarpıyor. İkincisi ise araştırmaya sevk ediyor ve bakıldığında ne bulunacağını belirsiz tutuyor. 

—Zihin bağlantıları nedir? 

—Bu zemin doğru ve uygun bir zemin midir? 

—Zannetmiyorum. 

—İnsan iletişiminde disiplize kılınmış bir tavırdan bahsettiğimize göre zihin de nereden çıktı? 

—Peki insan iletişimi nereden çıktı? 

—Daha evvel, on emir üzerinde tartışmalarda bulunmuştuk da oradan. 

—Siz daha önce on emir üzerinde tartışmalarda mı bulunmuştunuz yani ama bundan benim haberim yok.

—Elbette bu küçük ayrıntıyı atlamış olmamdan ötürü üzgünüm hanımefendi ve size bunu şimdi bildirmekte yarar buluyorum. Bakın, cebimden çıkarttığım şu saman sarısı kağıt üzerindeki yazanları dikkatlice inceleyin bakalım, ne göreceksiniz? 


10 Emir

Madde 1:

Madde 2:

Madde 3:

Madde 4:

Madde 5:

Madde 6:

Madde 7:

Madde 8:


—Hm... Burada tam tamına sekiz emir var. Ancak üstte on emir yazıyor. Acaba bana doğru bir kağıt vermiş olduğunuzdan emin misiniz?

—Kuşkum yok. Size doğru bir kağıt verdim ve bu küçük eleştirinizi de yerinde buldum. Gözlerinizi çok dikkatli kullandığınız hemen anlaşılıyor. 

—Beni övmeyi bırakın da burada niçin sekiz emir var ancak on emir diye yazılmış, siz onu söyleyin. 

—Elbette kızdınız, sadece iltifat etmiştim, şöyle ki yazarımız burada kendisini Musa'ya benzetmiş olacak ama asla bir peygamber olamayacağından sekiz emirde kalemini elinden düşürmüş bulunuyor. 

—Yaa, demek iltifat ettiniz ancak gereği bulunmadığını bilmelisiniz. Sizin gibi erkekler güzel bir kadın görmenin kalın ruhlarına iyi geldiğini zanneder ancak konumuz hiçbir surette bu değildir. Ben ki alımlı bir bayanım. Ancak sizin için değil. Böyleyse itifat etmeniz yakışık almaz. Evvela kendinize bakınız. Temiz yüzlü ve güzel kokulu bir bayana iltifat edecek seviyede misiniz? Ben söylüyeyim değilsiniz. Sonrasında ise size yüklenen görev iltifat etmek midir yoksa vakayı çözmek mi? Buyrun, buradan yakın isterseniz. 

—Anlıyorum hanımefendi, siz beni diğerlerine kıyasla aşağı buluyorsunuz ancak güzel görünüşünüzün ardında tiksinç düşüncelerle beslenen bir yılanın bulunduğunu bilemezdim. Oysa basitçe hoşluğumu bildirme arzusunda idim. Ne ki bunu yapmamam gerekliymiş! 

—Ne dediniz siz!? Yılan mı? Tiksinç düşünceler mi! Siz ne ucube bir adammışsınız meğer. Derhal! Derhal buradan çekip gitmelisiniz! Çıkın diyorum size çıkın! 

—Hanımefendi sakin olun, bu buyruğunuza ben de sizin kadar uymak isterdim ancak bunu yapamayacağımı, buradan gidemeyeceğimi bilmeniz gerekir. Çünkü, işte parmaklarını oynatan bu herifin zihninde sıkışıp kalmış vaziyetteyiz. Bize düşen görev, bu bulmacayı bulmak, düğümü çözmek. Sonra dilediğiniz kadar, elbette benim yokluğumda aynalara bağırabilir, benim kafanızda belirmiş imgeme sövgü düzelebilirsiniz. 

—Hayır! Ben ki sizin gibi mahkum değilim buraya. Siz mahkumsunuz oysa ben değilim. İlkin bunda antlaşmamız gerekiyor. Ne de olsa hem yazar hem de siz erkeksiniz. Bu erkekliğinizi narin tenimin üzerine sürebileceğinizi zannediyorsanız yanılıyorsunuz! Sizleri durmadan aşağılamayı çok isterdim. Burada, işte bu küçücük odada yüzlerinize bakarak aklımdan geçen tüm aşağılama cümlelerini sıralamayı sonra da sizi çaresiz görmeyi çok isterdim. Bunu bile anlayamıyor, bön bön suratıma bakıyorsunuz. 

—Hanımefendi, şu saman sarısı kağıdı verir misiniz rica etsem? Söylediklerimden ötürü beni pişmanlığa sürüklediniz. Sizi incitti isem özür dilerim ama şu saman sarısı kağıdı avucunuzun içinde sıkmasanız iyi olur. 

-Bu şey mi peşinde olduğunuz? Bu kağıt parçası mı? Burada bir insanın onuruna hakaret ediliyor, insanlığın kökü kazılıyorken bu ufak, üzerinde belirgin anlamlarını bulunmayan saman sarısı kağıt mı derdiniz? Onu parçalayayım da görün! Siz ki, amma budalaymışsınız. Madem ki çokça mühimdi, bana vermekle hiç iyi etmediniz. Parçalıyorum şimdi! 

—Görüyorum hanımefendi. Parçaladınız. Ve dediğinizde de haklı çıktığınız. Ben ki, budalalık etmişim ancak yine de bir kopyasını ceketimin diğer cebime sokuşturmakla tedbirli davranmışım. İşte bakın, taze hamurundan yapılma saman sarısı güzel bir kağıt üzerinde az evvel gördüğünüz emirler yazılı. Ne iyi değil mi? İnsanın iyi ki dostları bulunuyor. Çünkü günün birinde bir dostum, tuhaf bakışlarıyla yüzüme bakarak şöyle demişti: "Kadınlara hiç güven olmaz. Bundan ki birse iki yap!" Doğrusu o günlerde neden bunu durup dururken söylediğini aklım çıkartmamıştı. Yine de öğüdünü dinlemekten kendimi alıkoymadım. Bundan ki ne zaman bir kadınla karşılaşacağı bilsem orada hep birse iki yapmışımdır. İşte görüyorsunuz ya, başlangıçta birdi ancak şimdi ikincisi elimde. Ama biri parçalandığına göre bu, elimdekini de bire düşürür. Öyleyse bunu ikiye çıkartmalıyım. Durun hemen şuracıktaki masada üzerinde başka bir kağıda bu emirleri yazayım. Bekleyin biraz. Hep cüzdanımda yedekte tuttuğum saman sarısı kağıt vardır. -Beyefendi, sizi kınamam bitmediği için böyle bir şeye kalkışmayın sakın. Yoksa sizi olduğunuz yerde tutarım.

—Hanımefendi, niçin bana engel olmak istiyorsunuz? 

—Açık değil mi, Tanrım delirtmek üzere mi bu adamı yanıma gönderdin? Ne laftan anlıyor ne de adamlıktan! Ancak siz erkekler hiç durmadan böylesiniz. Hiç durmadan böyle olmaya programlanmış gibi davranıverirsiniz. Bir bayanın tertemiz kalbi incinmiş mi, yoksa yerinde mi, bilmezsiniz bile. Saman sarısı kağıtmış! Ne demeye cüzdanınızda bir tane daha yedeği bulunur ki? 

—Hanımefendi, sizinle ilgilenmemi mi istiyorsunuz? Kaldı ki ben erkeklerin ve Tanrı'nın onlara yüklediği olası görevlerinden habersiz olarak yetiştim ve ne duyurmaya çalıştığınıza anlam veremedim. Bakın, burada siz ve ancak ben varız. Bir de üzerimizde ise şu yazar bozuntusu bulunmaktadır. Öyleyse siz kime seslenmektesiniz benden başka? Bunu anlayamıyorum. Ne varmış saman sarısı kağıdı cüzdanımda taşıyorsam. Bakın, hemen arka cebimden çıkartayım da görün onu. Gördünüz mü? Bu cüzdan hanımefendi, usta bir el tarafından işlendi. Bıyıklı bir adamdı. Dar sokakta dükkanı vardı. Mal derisinden isteyene işte böyle edevatlar yapardı. Beni de yanına bir arkadaşım götürmüştü ve orada ona güzel bir deriden parlak bir cüzdan yaptırtmak istediğimi söylemiştim. Üzerine de adımın yazılması uygun olur diye eklemiştim. Bakın, işte tam şu ön yüzünde ismim yazıyor. Aaa... İsmim silinmiş. Ama bu nasıl olur? İşte tam buradaydı. Tam altı harf kakılıydı. Oysa şimdi dümdüz bir deri parçası! Aklım almıyor, nasıl silinmiş olabilir ki bu? Kesin bana büyü yaptınız. Elimi arka cebime sokuşturduğum anda gözlerinizde nefrete benzer bir karanlık yayılmıştı. Kesin, kendime katılıyorum ki, kesin o anda anlaşılmaz kelimeler söyleyerek büyü yaptınız. Siz fena bir insansınız! Yılansınız. Bunu daha önce de söylemiştim. Kesinlikle yılansınız. Ve bundan pişmanlık da duymuştum ancak şimdi duymuyorum. Yılan olduğunuz apaçık ortada. Söyleyin, nasıl sildiniz adımı cüzdanımdan? 

—Aaah! Siz neler saçmalıyorsunuz, ne büyüsü ne adı, ne kara gözü, ne yılanı? Lütfen kendinize gelin. Benim gibi alımlı, tatlı mı tatlı bir bayanı nelerle suçladığınızın ayrımına varın! Yılanmış! Yılan olan anneniz olabilir mi acaba? Sizi doğurmakla günahların en büyüğünü işlemiş. Ah Tanrım, böylesi bir mendeburla beni, hem de buraya nasıl sıkıştırdın, niçin? Yere düşüp ağlayacağım ve o güzel gözlerimim rengi bozulacak! 

—Durun! Bu şekilde cüzdanım üzerindeki ismimin başına ne geldiğini sorusundan kaçacağınızı sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Ben, derhal cüzdanımda kakılmış ismimim başına neyin geldiğini bilmek istiyorum. Büyü! Büyü yaptınız değil mi? 

—Ne münasabet? Size büyü yaptım ha? Bu ne cüret üstelik! Bırakın kolumu. Canımı acıtıyorsunuz! İşte erkekliğiniz bu sizin! Büyüymüş! Ne büyüsü yapacağım size, hele ki beni hiç ilgilendirmeyen bir cüzdanın üzerindeki ad için? Siz kaçıncı yüzyılda olduğumuzun farkında mısınız? İşte, böyle, insanlık kadınlar sayesinde ilerlese bile erkekler hep ilk çağın içinde yüzüp duran balık gibiler. Siz erkeklere gelecekte ihtiyacımız yok bizim! Bırakın kolumu. Kaba kuvvetinizde bir şey olsa. Öyle yüzüme bakacağınıza o sözüm ona cüzdanınızın üzerinde yazan adın başına ne geldiğini araştırın. Ben büyü falan nedir bilmem. Hem büyü kalmadı artık, bu devirde ne büyüsü? Bırakın beni! Bırakın diyorum! 

—Tamam, bıraktım işte. Doğru, bu devirde ne büyüsü? Birden telaşa kapıldım, ben ismimim başına ne geldiğini bir türlü anlayamıyorum. Siz burada tek bir kötü bakışla bunu yapmış olamazsınız. Olamazsınız çünkü cüzdanımı daha önce hiç görmüşlüğünüz yok. Dolayısıyla üzerindeki ismimden de haberdar olamazsınız. Bilemediğiniz bir şeyin üzerine nasıl nazar edebilirsiniz ki? Oysa kötü göz, bilinen şey üzerine lanetini geçirmelidir. Nasıl da ahmağım. Bu aklıma o sıra gelmiş değildi. Ve niçin bunu bu denli önemsediğimi şu sıra aklım almıyor. Arkadaşım bana "Çok kıymetli bir ustadır." demişti. Size anlatmıştım. Orada gittiğimiz dar sokakta dükkanı bulunan kişi. Deri parçalarıyla edevatlar yapan yaşını almış adam. Onun yanına oturmuş ve çay içmiştik. Bizi bekletiyor ve tok sesiyle sohbet ediyordu. Havadan sudan bahsettiğini, rutin ve gündelik, bazense geçmişteki olayları dışavurmuştu. Kah gülmüştük kahsa ciddiyete varmıştık. Ama arkadaşım onu daima övmüştü. O sıralar elimi omzumun üzerine koymuş ya da sol kolumun dirseğine dokunmuştu. "Çok kıymetli ustadır." diyerek boşalan bardağına çay doldurtmuştu. Bense içimden "Çok kıymetli bir cüzdana sahip olacağım." demiştim şekerli çaydan yudumlarken. Ah, evet, bu cüzdanın şimdi nasıl bir kıymeti bulunabilir ki? Yalnızca cüzdandır işte. İçerisine para, kütük veya başka önemli kağıtlar katlanılarak konulurdu. Bu demek ki önemli miydi? Şaşırıyorum şimdiki bu halime. Bunu pantolonumun arka cebinde ha bire taşıdım ben... Evet, bunu büyük bir özenle yapmıştım. 

—Siz galiba delisiniz. Bunu artık şimdi anlayabildim. Ne anlattığınızın farkında mısınız? Alt tarafı sıkıştırılmış bir cüzdan sizinki, öyle içerisinde de asla bulunamayacak bir şey çıkmaz. Öte beri ya da fukarılığınız sergileyecek miktarda para belki. Zengin insanın cebinde cüzdan yahut kıymetli kağıt taşıdığını daha önce hiç görmedim. Siz ki cüzdan taşımışsınız. Buna da epey kıymet vermiş olduğunuz açık. Ne iş yaptığınızı dahi bilemeyeceğim ancak bir cüzdana hayat verdiğinize göre epey lüzumsuz işlerin peşinden gittiğinizi anlıyorum. Zaten erkekler genelde boşu boşuna ölürler. Tarih erkeklerin nasıl öldüklerini anlatan sırlarla dolu. Bundan ki, size asla kıymet gösterilemez. Zaten öyle bir halinizde yok. Eğer burada olmasaydınız emin olun, şu lanet yerde birlikte sıkışmamış olsaydık yerinizi dolduracak birisi derhal beliriverirdi. Öyle gevşeksiniz ki! Tiksiniyorum sizlerden. Sizin gibi asalak görünüşlü, ne ve kim oldukları belirsiz cüzdanımsı keleklerden! 

—Öyle mi? Siz nesiniz peki? Dediğiniz kadar olsanız yine iyi ama siz de bir erkeğin yıllarca taşıyıp ürettiği meniden çıkmasınız. Bunca havanız boşuna. Bunca lafınızın bir anlamı olacağını sanmıyorum. Durun şimdi, biraz durun da başımdan geçen bu hadisenin ne olduğunu bulmaya çalışayım. Ama hayır, ille de konuşacağım diye ısrarcı olursanız ben de tarihteki kadınların bir halta benzemediklerini anlatır, canınızı sıkarım... 

—Hayır ne? Elbette bunu yapmazsınız. Çünkü ilkin siz tarih bilmezsiniz. İkincisi ise bir erkeğin ağzından kadınların tarihini işiteceğime onu öldürürüm daha iyi. Üçüncüsü ise bir meniden, hem de erkeğin taşıdığı bir meni yumağından çıkma olduğumu ileri sürdünüz. Bunu asla kabullenemem! Beni Tanrı'nın meyvesinin tohumu dünyaya getirmiştir! O güzel annem bahçedeki elma ağacının meyvesini yerken tohum boğazından aşağıya kaçmış ve ben dünyaya işte böyle gelmişim! Anladınız mı? Anladınız mı dedim!