Zamanın çok berisinde küçük bir kız çocuğu varmış. Çok çok uzaklarda aramayın, içinize yönelin. Tabii hâlâ oradaysa...

Bu küçük kız çocuğu, hayatı masalımsı pembe bulutların üstünde uçarcasına hayal etmişti. Ta ki içinden bir şeyler eksilene kadar. Artık o bulutlara bakarak resim çizen küçük kız çocuğu büyümüş ve o bulutlar ona çözülemez bir bulmaca olmuştu. Ay dedesi o küçük kıza sırtını dönmüş ve onu takip etmeyi bırakmıştı. Küçük kız hiç ummadığı bir şekilde toslamıştı. Ne kadar da büyük hayal kırıklığıydı. Daha da kötüsü o küçük kız karahindibaya rastlayamaz hâle gelmişti. Oysaki üfleyince ne de güzel uçuşurdu havada değil mi? O an paha biçilemez hislere bürünürdü. Şimdi köşe bucak karahindiba arasa da nafile! Ne kadar da içler acısı bir durumdu. Eğlenmeyi oyun edinmiş o küçük kız çocuğu artık kendinde yer edinememiş birine dönüşmüştü. Oyun oynarken düşünce dizi kanadı diye ağlayan kız çocuğunun artık kabuk tutmayan yaraları vardı. Kaldırımda kırmızı çizgiye basmadan yürümeye çalışan o kız çocuğu artık adımlarına bakamaz hâldeydi. Hep bir yerlere yetişmeye çalışıyordu ama ne bulutlar ona gerçekleri anlatıyor ne ay ona yol gösteriyor ne de karahindibaya rastlıyordu. Olur da bir gün o küçük kız çocuğuna; kafası karışmış, yolunu kaybetmiş ve duygularına yenik düşmüş bir şekilde rastlarsanız onun saçını okşayın olur mu?