İçim sıkılıyor içim. Sanki upuzun karanlık bir uçurumdan günlerdir, haftalardır, aylardır aşağı düşüyorum. Düşüyorum, düşüyorum. Bir türlü yere çakılmak bilmiyorum. Etrafımda insanlar konuşuyor, gülüşüyor, arada laf sırası dönüyor dolaşıyor beni buluyor. Ben düşmeye devam ediyorum.

Aman geç kaldım, aman ona yetişemedim, buna yaraşamadım derken ömrümden gidiyor en çok da buna üzülüyorum. Bırak da gitsin oysa ki. Herkesin yolu bir değil, yol her zaman çiçekli geçitlerle süslü değil. Bazen de dikenli işte. Önce bir bunu kabul et. Önce ''ben'' demeyi dene bir kere de. Sevmeye kendinden başla önce. Sonrası çorap söküğü gibi gelir. Gelir değil mi?

Daha bugün döndüm memleketten. Yanımda domates soslarıyla, turşularla girdim tozu pisi hiç gitmeyen öğrenci evime. Eve girer girmez hayat mücadelem geri döndü. O bozuldu, bu kırıldı, o ödev yetişecek, bu sınavdan düşük almışım. Arkadaşım küsecekmiş aman gönül koymasın derken derken kendimi yine yazarken buldum. Ne de olsa elimden pek de bir şey gelmiyor bu aralar. Dert bu hiç biter mi? Yaşamak mücadelesi ne de zor ah hiç de böyle hayal etmezdim. Daha kim bilir neler neler bekliyor beni. Koca kış hiç dertsiz tasasız geçer mi? Elbet bozulacak ucuza aldığım elektrikli sobam. Elbet akıtacak banyonun damı. Elbet bitecek harçlığım, makarnaya talim edeceğiz yine.

Yine de her şeye rağmen ve her şeyle birlikte - kaygı bozukluğum dahil- hayat bir şekilde öyle ya da böyle geçiyor işte. Hayat koskocaman bir merak. Üç dakika sonrayı, üç gün sonrayı, üç yıl sonrayı düşünüp de merak edip heyecan duyuyorsam; yine de anda kalmayı az buçuk başarıyorsam yaşıyorum işte. Bir de şu illet iç sıkıntısından bir kurtulsam tadından yenmez ya o da ayrı bir konu. Hey gidi Gizem! Gardını al. Neler bekliyor seni yaşayıp göreceğiz..