Uzun zamandır hissetmiyorum. Bulunduğum dünyanın dışındayım. Kötü değil bu, iyi de... Kalabalık bir caddede yürürken yabancı biriyle göz göze gelirsin de bir an olsun tanıyormuş gibi hissedersin. Böyle izliyorum kendimi dışarıdan. Ve uzak da olsam kendime, orada olduğumu görmek beni rahatlatıyor. Bir şekilde güvendeyim ve bir şeyleri yaşanılabilir kılmak için hâlâ çaba harcıyorum. Kaybolmadım, buradayım, gözümün önünde. Daha çok aklımın içinde yaşıyorum, bu tuhaf geliyor. Bir paradoks gibi biraz da tercih, ne yaşadığımı bilmek beni daha da cesur yapıyor ve cesur oldukça daha da gerçekçi bakıyorum başıma gelenlere. Gerçeklik arttıkça ona daha da çok bağlanıyorum. Gerçekliğe bu kadar bağlanmak bir yandan ürkütücü, rüzgarı hissetmek ve ona karşı gelmemek gibi. Yaşamdayım ama onu yaşıyor muyum? Anda var oluyor ama pek anda kalamıyorum. Savuruyor rüzgâr ruhumu, bir şeyler eksiliyor karşı gelmedikçe. Ben tamamlıyorum. Yerli yerine oturuyor her şey. Uzağım ama unutmadığım bir ruh bu. Biliyorum bazı anlar hissettiğimi ve o anları kaybettiğimi. O anlar mutlu olabilmek ile ilgili değil daha çok var olmakla ilgili. Tanıyorum onları, bir daha karşılaşırsam hissederim biliyorum. Dokunabilirim belki de gerçekliğe aitlerse. Bu, daha çok bir manzaraya karşı gözlerini kapatıp onu hissedebilmek gibi. Bir şeyler var emin olamasan da, görmesen de karşılaşabilirsin. Belki de bir yanılgı o manzara. Bundan korkmuyorum ve bilmek istiyorum, bir gün. Buradayım ve bekliyorum...